Bilim-kurgunun on yıllarca bir fantezi olarak yansıttığı ölümsüzlük, bugün birçok insanın yatırım yaptığı bir alan dönüştü. Zihnin yeni bir bedende yaşama devam edebileceği fikrini Stephen Hawking dahil birçok bilim insanı savunuyor. Asıl soru, bu teknolojinin ne zaman gerçeğe dönüşeceği.
Fütürist bir dünyayı en iyi tanımladığını düşündüğüm animelerden biri olan Ghost in the Shell, insan beyninin dijital ortama aktarılmasıyla yaşanabilecek kaos dolu bir dünyayı anlatıyor. Zengin insanların kendilerini dondurmak yerine tercih edecekleri yöntem, bekleneceği gibi devlet ve orduların da yararlandığı bir teknolojiye dönüşüyor ve olaylar çığırından çıkıyor.
Ürkütücü gelen tarafları olsa da, ölümsüzlük neredeyse direniş göstermeden kabul ettiğimiz her teknoloji gibi geri çevrilmesi mümkün olmayan bir seçenek. Çünkü gerçek olabilir ve gerçek olmasını isteyen insanların fazlasıyla parası var.
Tanrı’yı karşısına alan insanlık
Ölümsüzlük kavramının cadı masallarından tamamen sıyrılarak bilimsel çerçeveye girmesini sağlayan teknoloji, aynı zamanda toplumların bir arada kalmasını sağlayan ve düzenini kuran değerleri de karşısına alıyor. Örneğin, din ve Tanrı.
İsrailli bilim insanı Yuval Noah Harari, insanın ölümsüzlük sağlayan teknoloji sayesinde Tanrı’ya meydan okuyacağından ve onun rolünü elde etmeye çalışacağından emin. Çünkü, din tabanlı düşünceler teknolojinin getirdiği güç karşısında anlamsız kalıyor.
Harari, toplumları tek parça halinde tutan din, para ve insan haklarının doğada temeli bulunmadığını, ölümsüzlük teknolojisinin de bu değerleri tamamen hiçe sayacağını savunuyor. Ölümsüzlük, cennetin kapılarını açacağına inanılan tüm değerleri geçersiz kılacak ve teknolojiyle kendi katı kurallarını çizecek.
İnsanın doğallığını tamamen teknolojiye teslim ettiği nokta geçildikten sonra, kendimizi nasıl bir dünyada bulacağımızı düşünmek ise çok zor. Binlerce yıl dünyanın dengelerini doğru veya yanlış elinde tutan inanışlar bir anda anlamsız kalabilecekken, materyalizmin ‘göğe yükseldiği’ dijital dünyada spiritüalizm buharlaştığına tanık olabiliriz.
Evet, teknolojik olarak mümkün
3D yazıcılarda geliştirilen kemik ve organlardan, biyo-teknoloji ürünü kol ve bacaklar, yakın gelecekte insanları sayborga dönüştürmeye başlayacak. Ancak gerçek sayborglar, beyinlerini dijital ortama aktaran makine alaşımlı insanlar olacak.
İngiliz fizikçi Stephen Hawking’in yanı sıra birçok nörolog ve fütürist, zihin aktarımının gerçek olacağına inanıyor. Hawking, “Beyin, zihinde bir yazılım gibidir. Kısaca, yazılımı yeni bir bilgisayara yükleyerek yaşamın devamını sağlamak mümkün” ifadesini kullanmıştı.
Hawking’in 2013’te yaptığı açıklamadan iki yıl sonra, İngiliz bir diğer bilim insanı Dr. Hannah Critchlow, yakın gelecekte zihnin aktarılacağı bir ‘devre kartı’ inşa edilebileceğini belirtti. Critchlow’un demek istediği, bir sayborg olabilmek için beynimizin makinelerin kullandığı beyinlere, yani bir tür merkezi işlemci birimine (CPU) aktarılması gerektiği.
Bu noktada, Obama hükümetinden tutun IBM ve Google’ın yıllardır üzerinde çalıştığı beyin araştırmalarının sebebini daha iyi anlayabiliriz. Beynin 10 milyar sinir hücresi ve 100 trilyon sinaps içeren haritasını eksiksiz çıkarmayı amaçlayan bilim insanları, bunu başarırsa zihnin aktarılacağı devre kartının tasarımını elde etmiş olacak.
Bir defin haritasından 1,000 kat değerli olan haritanın çıkarılması halinde, Critchlow elektronik beyinlerin gerçek olacağına kesin gözüyle bakıyor.
Elektronik mi, organik mi olsun?
Sinema tarihinde ölümsüzlük birçok şekilde ele alınmış bir konu. 1929’da ‘The World, the Flesh, the Devil’ ile siftah yapan ölümsüzlük filmleri, 1968’de 2001: A Space Odyssey; 1982’de Tron, 2009’da Avatar ve 2014’te Transcendence gibi yapımlarla örnekler sunmaya devam etti. Zihnin başka bir bedendeki beyne aktarıldığını ele alan en son yapım ise Self/less.
Howard Hughes Medikal Enstitüsü’nden Kenneth Hayworth’a göre, bir mikroçip üretmeden önce beyni bir diğerine aktarmak; hatta öldükten sonra yüzyıllarca korumayı başarmak mümkün. Mevcut koruma yöntemleri, beynin çok uzun süreli korunmasını sağlayamıyor. Beyni çürümekten korumak için kullanılan kimyasalların işe yaraması için organın 100-500 mikron kalınlığında parçalara bölünmesi gerekiyor ancak bu da depolanmış bilgiyi yok ediyor.
Almanya’nın Max Planck Medikal Enstitüsü’nden Shawn Mikula, beyin dilimlense bile bilgiyi koruyan bir yöntem bulduğunu savunuyor. Hayworth’un 106 bin dolar ödül koyduğu nihai çözüm için, her gün onlarca fare deneye maruz kalıyor. Her iki araştırmacı, nihayetinde beyni tek parça halinde yüzyıllarca koruyacak yöntemi bulmayı umuyor. Amaca ulaşılırsa, harici depolama birimi bir kenara koyabileceğiniz beyni farklı bedenlere aktarabilir, yani bir kişiyi kopyalayabilirsiniz. Bir nevi, nihai yaşam sigortasını elde edebilirsiniz.
İlk kim ölümsüz olacak?
Yeni nesiller, ‘çocuğuma bakınca ölümsüzlüğü görüyorum’ zırvasını geride bırakma şansına sahip olacak gibi görünüyor. En azından cesur girişimciler bu alanda ilk denemeleri gerçekleştirmek istiyor. Bunlardan en önde geleni, Rus milyarder Dimitri Itskov.
Itskov, ilk kez 2012’de duyurduğu ‘Avatar’ projesinde, dünyanın en zengin 1226 insanına ‘ölümsüzlük teklifi’ sundu. Forbes dergisinin en zengin insanlar listesinin başını çeken isimlere mektupla teklifte bulunan Itskov, 100 bilim insanının çalıştığı projesinin 2045’te gerçek olacağını savunuyor.
Itskov’un amacı ilk önce milyarderler için robot vücut hazırlamak. Ardından beyni ilk olarak bilgisayara, oradan robotun beynini temsil edecek işlemciye aktarmak. İnsanların 15 yıl içinde robotlarla aşk yaşamaya başlayacağını savunan Google’ın mühendislik direktörü Ray Kurzweil, 2045’e kadar ölümsüzlük teknolojisinin gerçek olacağını savunanlar arasında.
İnsan beynini taklit eden mikroçiplere ait ilk örneği TrueNorth ile sunan IBM; Calico firmasıyla yaşlılığı sona erdirmeyi uman Google ve insanları sayborglara dönüştürmek isteyen Itskov’dan hangisi ilk önce amacına ulaşır bilinmez. Ama 2045’te bazıları halen açlıktan ve savaştan ölürken, bazıları da birçok seçeneğe sahip olacak:
Yedek beyninizi çantanızda taşıyabilirsiniz; ölmeden önce zihninizin aktarılacağı 1.90 boyundaki genci derin dondurucuda bekletebilirsiniz veya gece görüşü olan gözler, metal kol-bacaklara sahip yarı sayborg-yarı insan olarak etrafta dolanabilirsiniz. Ortaya çıkabilecek curcunayı bir düşünün.
Milyarder olsaydım; organik beyinli, metal iskelete sahip bir sayborg olmayı tercih eder ve kendimi dondurarak 2150’de Neptün’ün uydusu Triton’da inşa edilen malikaneme postalatırdım. Ne fantezi ama…