Düşük oranda spoiler içerir.
“Amacımız bir yıldız içinde yıldız oluşturmak… Sekiz astronot bir bombanın arkasına bağlandı. Benim bombam. Icarus İki’ye hoşgeldiniz.”
2000’li yılların efsaneleri arasında yer alan “28 Days Later“ın yönetmeni Danny Boyle (Slumdog Millionaire ve 127 Hours), aynı filmin yazarı Alex Garland (Ex Machina) ile birkaç yıl sonra bilim-kurgu geriliminde şanslarını denemek için bir araya gelir. Sadece 20 milyon pound (26.3 milyon dolar) bütçesi olan ikili, İskoçya ve İsveç’te çekilecek film için dönemin orta bütçeli oyuncularından oldukça dinamik bir kadro oluşturur.
Filmin ana karakteri Capa, 28 Days Later ile yüzünü dünyaya tanıtan ve ardından İrlanda’dan çıkan en başarılı aktörlerden birine dönüşen Cillian Murpy’dir. Filmin tümünde parmak arası terlikleriyle dolaşarak derin uzay gerilimine tamamen ters düşen Avusturalyalı Rose Bryne (aynı yıl “28 Hafta Sonra’da” rol alacaktır) Cassie’yi, “Training Day” (2001) ile ilk ciddi rolünü üstlenen Yeni Zelandalı Cliff Curtis (Rise of The Walking Dead’den hatırlıyoruz), Güneş ile kafayı bozmuş Searle karakterini canlandırıyor.
Diğer öne çıkan isimler, yine başarılı bir uzay-gerilim filmi “Life” (2017) ile hatırladığımız, kaptan Kaneda rolündeki Hirouki Sanada. Son olarak, Kaptan Amerika Chris Evans, dünyanın son ümidini temsil ekibin ekibin baskın karakteri “Mace”i oynuyor.
Space Odyssey’den Event Horizon’a
20 ve 21’inci yüzyılın uzay gerilimlerindeki konsept aslında çok farklı değil. Sunshine, geçmişteki bilim-kurgulara benzer ögeler içeren, kendi kurgusu ve yapım kalitesi ile farklılaşan bir film. Konusu, günümüzün alevler içinde yanan dünyasına zıt bir distopyaya odaklı.
Güneş (beklenmedik bir şekilde olsa gerek) ömrünün sonuna gelmektedir. 2050 yılında Manhattan büyüklüğünde (59,1 kilometrekare) bir bomba taşıyan Icarus Bir, Güneş’e yollanır. Ancak Güneş’e ulaşmaları gereken zamanda Dünya’ya gönderdikleri sinyal kesilir ve bir daha görevden haber alınamaz.
2001: Space Odyssey’de, insanlık bir gizemi ortaya çıkarmak için yapay zekanın yardımı ile yola çıkmıştır. Sunshine’da ise belli bir görev için umut ve endişe dolu bir yolculuk vardır. Icarus İki uzay gemisi, uzay aracının navigasyonu ve sistemlerinin kontrolünden sorumlu Icarus adlı yapay zekaya emanet edilmiştir. Görevlerinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağından emin olmayan Icarus İki mürettebatı, beklenmedik bir gelişme ile planlarını değiştirmek zorunda kalacaktır.
Facianın habercisi: Merkür
Kaptan Kaneda, Güneş fırtınalarının Dünya’ya gönderilecek mesajları bloke ettiği sınırı geçmelerinin ardından, odasında bir görüntüyü tekrar tekrar izlemektedir. Son derece düşünceli bakışları, Icarus Bir görevinin kaptanına ait görüntülü mesaja odaklanmıştır. Burada, Sunshine’ın zorlu bir uzay yolculuğu ile sınırlı kalmayacağına dair ilk sinyal verilir.
Kaneda aklının bir yerlerindeki rahatsız edici şüphelerle uyurken, derin uzayın sessizliğinde nöbet tutan iletişim operatörü Harvey, hiç beklemediği bir sinyal tespit eder. Icarus İki, Merkür’ün yörüngesinden geçerken, kurak bir bilyeyi andıran gezegenin yüzeyinden yansıyan sinyaller Harvey’in kulaklarına ulaşır. Güneş’e bu kadar yakın noktada elde edilen sinyallerin tek bir anlamı olabilir.
Mürettebatın geri kalanı ilk başta ne ile karşılaştıklarına inanamaz. Mace, realistliğini öne çıkararak rotadan sapılmasına kesinlikle karşı çıkar. Kısa bir değerlendirme ile öldürücü bir sorunun ardından, kararı vermek utangaç-zeki fizikçi Capa’ya düşer.
Event Horizon’a giriş
Capa’nın kafasını karıştıran, belirsizliktir: İticilerin ve Güneş’in çekim kuvveti arasında taşıma yükünün hacmi uzay-zamanda o kadar artacaktır ki, istendiği gibi Güneş’in merkezine ulaşıp ulaşamayacağı tamamen teoride kalmaktadır. Nihayetinde, kararını matematikten yana kullanır.
Icarus İki’nin Güneş’in yüzeyine değecek kadar mesafe kat ettiği bir noktada belirleyeceği yeni rota, felaketlerle dolu bir sürece dönüşecektir. Capa, hem bu felaketin hem de yaklaşan kaderinin habercisi niteliğinde bir kabus görmektedir her gece. Bir kez daha bu kabustan uyandığında, Cassie’yi ona bakarken bulur. Aralarındaki elektriğin biraz canlanmasına izin verilmeden, kulakları yırtan bir alarm işitilmeye başlar. Sunshine, bir nevi Event Horizon’a (karadeliğin geri dönüşü olmayan Olay Ufku noktası) adım atar. Kabus başlamıştır…
Sunshine, yarısından itibaren binbir güçlük, aşırı paranoya ve yaşamda kalma mücadelesinin karmaşık hesaplamalar arasında gidip geldiği bir filme dönüşür.
Kaptan Kaneda’nın aklına takılan düşüncelerin cevabı bulunur. Olaylar kontrolden çıkmaya başladıkça, dünyayı kurtarmakla sorumlu astronotlar giderek kendi canlarını düşünen kavgacı paranoyaklara dönüşürler. Daha da kötüsü, Sunshine son kısmında hayatta kalan mürettebatı için bir sürpriz hazırlamaktadır.
1997 yapımlı Event Horizon, en başarılı bilim-kurgu korkularından biri olarak aklımızda kaldı. Filmde, iyiden şeytana dönüşen bir karakter derin uzayda kontrolden çıkan bir uzay gemisinde terör estiriyordu. Onu öldürmek, tıpkı Alien’ı öldürmek kadar zordu…
Kendini kurtarmak, insanlığı kurtarmak
Sunshine, yapım açısından düşünüldüğünde birçok soru işaretine sahip bir film. Öte yandan, 2010 öncesi en başarılı bilim-kurgulardan biri olmasını sağlayan birçok özellik var.
İlki, düşük bütçesine rağmen mükemmel CGI (bilgisar üretimli görseller) görüntülere sahip olması. Güneş’in yüzeyinden Merkür’ün yakın çekim kraterlerlerine ve Icarus uzay aracının heybetli görüntüsüne kadar, derin uzayın içine dalmanızı sağlıyor Sunshine. Son derece havalı astronot kıyafetleri ve uzay gemisinin fütürist görünümü yakın zaman filmlerinden hiç de uzak kalmıyor. Manhattan büyüklüğündeki bombanın ne kadar havalı olduğunu da not düşmek gerek.
İkincisi, farklı karakteristiklere sahip sekiz astronotun uyum ve çatışma ile çok iyi entegre olması. Karar verme aşamalarında ve kriz anlarındaki çatışmalarda farklılıklar çok iyi yansıtılıyor. Her bir karakterin davranışları ve kararları belli anlarda kriz ve çözümü temsil ediyor.
Üçüncüsü, gerilim-korku-gizem üçgeninde hikayenin iyi kurgulanması. Çok farklı şekillerde bitebilek bir filmin sonlarında bu değerlendirmeyi yapmanıza gerek kalmıyor. Çünkü film hayatta kalma çabası, dünyayı saniyelerle kurtarma yarışı ve psikopatlık eşliğinde akıp gidiyor. İlk olarak oksijeni azalan mürettebat insanlığı değil, kendini kurtarma derdine düşüyor. Ardından, oksijen seviyeleri dengelendi sanılırken yine bir sürpriz beliriyor. Toplam 19 dakika silinen sahnesi olması ve DVD’sinde altenatif bir son içermesi, Sunshine’ın yapım sürecinde ne kadar bilinmezde kalındığının örneği. Yine de son, tatmin edici denebilir (gelişimi diyelim).
Öte yandan Sunshine üzerinde düşünüldüğünde birçok soru işareti de beliriyor. Birincisi, dünyanın son ümidi astronotlar nasıl oluyor da parmak arası terliklerle ortalıkta dolaşan, birbirleriyle kavga eden, karar verme aşamasında birbirine düşen ve paranoyaya kapılarak görevi tehlikeye sürükleyen insanlar olabiliyor? Bunun en muhtemel cevabı, uzun görevlerde kaçınılmaz olarak kafayı yemek olarak açıklanabilir. Yine de disiplinli bir uzay mürettebatı yerine BBG evi gibi tiplerle karşılaşıyorsunuz.
İkincisi, görevin mantığı. Madem Dünya’yı kurtarması öngörülen bir görev arkasında iz bırakmadan başarısız oluyor, neden tamamen aynı konseptte ikincisi düzenleniyor? Icarus İki’yi içine çeken tuzağın kendisi olsa da, bu sorunun cevabı verilmiyor.
Üçüncüsü, oldukça yüzeysel geçilen fizik kuralları. Açıkçası bu aşamada abartmaya gerek yok denilebilir. Yine de, özellikle fizikçiler dev bir bombanın Güneş’in kalbine ateşlenmesine ait mantığı, astronomlar ise Merkür sahnelerindeki yörünge hareketinin doğruluğunu sorgulayabilir. Yine de, derin matematik sahneleri aksiyon ve süper görseller ile ikinci plana atılıyor.
Dördüncü ve spoiler içeren son soru, Sunshine hikayesinin uzay kazasından psikopatlığa geçişini yaptığı kısım. Nasıl oluyor da beklenmedik bir misafir Icarus İki’ye adım atabiliyor?
Eksileri ve artılarıyla oldukça başarılı bir film olan Sunshine, Rotten Tomatoes’dan %76 almayı başarmış. Sadece 20 milyon küsur dolara böyle bir yapıma imza atmak, izlenerek takdir edilmesi gereken bir başarı.
Film müziklerinin ne kadar başarılı olduğunu da bol bol tecrübe edebilirsiniz: