Z Kuşağının İzlemesi Gereken Başyapıtlar: Moon

0
8987
moon 2009
moon 2009

En başarılı düşük bütçeli bilim-kurgu yapımlarından biri olan Moon, geleceğin distopya senaryolarından birini Dünya’da değil ancak onun uydusunda geçen bir hikaye ile anlatan mükemmel bir film. Söz konusu hikaye, açgözlülüğün tamamen yalanlar üzerine kurulan bir senaryo içine hapsettiği bir adamın kendini keşfetmesini anlatıyor.

Source Code (2011) ve Warcraft (2016) filmlerinden tanınan Duncan Jones’un yönettiği, aynı zamanda Nathan Parker ile senaryosunu yazdığı Moon, on yıllar sonrasının sayısız distopya senaryorlarından birine dayanıyor. Dünya’nın enerji kaynakları tükenme noktasına gelmiştir ve bu sorunu çözebilecek en kısa mesafeli kaynak, Helyum-3 kaynayan Ay’dır. Haliyle küresel enerji sanayisini elinde bulunduran bir firma Ay’ın zenginliğinden yararlanabilmek için en tasarruflu operasyonlardan birini planlamıştır: Maden üssü Sarang.

Sarang’da sadece iki kişi yaşamaktadır. Aslında bir adam ve bir robot: Sam Bell ve Gerty. Sam, bağlı olduğu firma tarafından üç senelik sözleşme ile Ay’a gönderilmiştir. Üssü denetlemek ve Sam’i korumak için programlanmış Gerty ise Sam’in tek dostu ve yardımcısıdır.

Ay’ın oldukça güzel hazırlanmış görselleri ve maden üssünün fütürist görünümü, izleyicide Sam Bell’in yerine geçme arzusu doğuruyor. Bir erkeğin ailesinden uzak üç yıl yaşamaya katlandığı ortam, kafa dinlemek için son derece konforlu. Öte yandan, görev süresinin sonuna yaklaşan Sam’i görevin başından bu yana rahatsız eden hususlar mevcut.

Üzerinde 900 saatten fazla vakit harcadığı maket üzerinde uğraşırken artık güçten düşmüş ve morali bozuk bir adam görüyoruz. Serada gözü gibi baktığı bitkileri ile zaman harcarken, onlarla içtelikle konuşması Sam’in yalnızlığını Gerty ile gideremediğinin bir göstergesi. Artan ve giderek kendisine huzursuzluk veren yalnızlığın ana sebebi, Dünya ile yaşadığı iletişim sorunu. Tek taraflı olarak belli sürelerde Dünya’dan gelen mesajlarda karısına hasret dolu gözlerle bakıyor Sam Bell. O mesajlardan birinde görüntü bir an takılınca, içindeki huzursuzluğun tetiklediği şüphe de güçleniyor.

İzleyici filmin ilk kısmında Sam ile yaşadığı ortamı analiz ederek ileride onun cevaplarını aramaya başlayacağı soru işaretlerini görmeye başlıyor. Ay’daki dev bir üssün sadece kendisine emanet edilmesi ve üç senedir Dünya ile irtibatı sağlayacak iletişim altyapısının onarılmaması Sam’in içinde bulunduğu durumu son derece tuhaf kılıyor aslında.

Beyin cimnastiği filmin ilk kısmındaki birkaç küçük soru işaretinin ardından başlıyor. Sam, üste yaşadığı tuhaf olayı kafasına takmamaya çalışarak havalı Ay aracına atlıyor ve kaza yapan Helyum-3 kazıcısını denetlemek için üs dışına çıkıyor. Tam olay yerine geldiğinde, hiç beklemediği bir kaza bu sefer kendi başına geliyor.

Nereden geldik?

Filmin ikinci kısmı, Sam’in kilinik odasında yavaşça kendine gelmesi ile başlıyor. Ne olduğuna dair hiçbir şey hatırlamaması, kafasının içinde olan bitenler hakkında izleyiciye ileriki dakikalarda yeni soru işaretleri sunuyor. Sam, kendisi ve Gerty hakkında her şeyi hatırlamaktadır, ancak kafasından saatler önce yaşadığı anı tamamen silinmiştir.

Sam yatakta kendine gelmeye çalışırken Gerty’nin konuşmasını duyuyor. Merakla yataktan zor bela kalkıp ne olup bittiğini anlamaya çalıştığında, kendisini kaza öncesinde kafasında biriken soru işaretlerinin cevabına doğru sürükleyecek bir sahne ile karşılaşıyor.

İletişim sorunu hakkında kafasında oluşan merak, onu artık beklemeye sabredemeyen biri haline dönüştürüyor. Bir yolunu bulup kaza yapan aracın yanına gittiğinde, kafasından vurulmuş gibi bir şok geçiriyor Sam Bell.

Sam üsse döndüğünde iki farklı insana dönüşmüştür ve biri gerçekçi, diğeri inkarcı versiyonları birbiri ile kavga etmeye başlar. Gerty, aklını kaybeden Sam’e kodlamasının imkan verdiği boyutta dikkatli bir şekilde yardım etmeye çalışır. Aynı zamanda yıllardır yalnızlığına çare olmaya çalıştığı tek arkadaşı için kod satırları arasında geliştirdiği empati, onu Sam’e yardım etmeye sevk eder.

Birbiri ardına gelen sorular ve iç kavgaların ardından Sam Bell her şeyi fark eder. Aynaya bakarmış gibi gördüğü ikinci kendisi ona yıllardır göremediği detayları keşfetmesini ve hafıza yolu ile aktarılan soruların tek tek cevabını bulmasını sağlamıştır.

Görev süresinin sona ermesinden kısa bir süre önce gerçekleri ilk ve son kez görmek ister ve kendisine aslında bir kafes olan üssün sınırlarının dışına çıkar. İçine yerleştirlen sahte sevginin tüm benliğini ve aklını yöneten güce dönüşmesi, ona kaslarında kalan son enerji ile son bir hamle yapmasını sağlar. Bu sefer kendisine sahte bir dünya kuranları şoke edecektir.

Sevgi, teknoloji ve yapay zekanın mükemmel etkileşimi

Moon, tek kişilik bilim-kurgu filmlerin en başarılı örneklerinden biri olmayı mükemmel bir kurgu ve oyunculuk ile başarıyor. Daha da önemlisi, film 20’nci yüzyıldan bu yana çekilen yapay zeka ve gelecek odaklı filmler ile bağlatı kuran çok önemli mesajlar saklıyor.

Bunlardan ilki, programlanmış bir şekilde yaşaması istenen varlıkların (insan veya robot olsun), kesinlikle var olma sorgusundan ve var oluşun temelindeki en büyük güçten, yani sevgiden uzak kalamamaları. Filmde, Sam Bell sadece hafızasında yer alan karısı ve kızı için zaman içinde giderek artan müthiş bir özlem duyuyor. Yalnızlığı arttıkça bunu sadece Gerty’nin muhabbeti veya çiçekleri ile geçiştiremeyeceğini çok iyi anlayan Sam, bu durumunu ilk kez kişilik bozukluğu yaşarken dışarı vuruyor. Beynine enjekte edilen sevginin kökenini keşfettiği anda yaşadığı hüzün, sadece Gerty’nin değil izleyicinin de kalbini kırıyor.

Gerty, filmdeki en önemli ikinci karakter olarak aslında gülümseyen bir emojiden çok, derin uzay görevlerinin acımasızlığını yansıtan bir figür. 2001: Space Odyysey’den tutun Alien serisi ve Sunshine gibi birçok derin uzay gerilimine kadar yapay zeka insanın arkadaşı olma aşamasında bir belirsizliğin içinde kalıyor. Gerty, bunu farklı bir bakış açısı ile değerlendirmemizi sağlıyor. Bir yandan Sam’in tek arkadaşı ve aslında gardiyanı. Öte yandan, onu korumak için hazırlanan kodlarını evrime sokarak Sam’e en çaresiz olduğu anlarda yardım etmekten kaçmıyor. Belki de belleğinin silinip tekrar hayatına devam edebileceğini düşünerek bir aşamadan sonra korkmuyor ya da koruma bilincini farklı bir aşamaya taşıyarak belli riskleri kabulleniyor. Her ne olursa olsun, insanın derin uzayda yapay zeka ile etkileşimine farklı ve etkileyici bir bakış sunuyor Sam Bell-Gerty ikilisi.

Bir diğer etkileyici etken, Sam Bell’i temsil eden gerçeklerin yaşadığı karakter çatışması ile çok iyi yansıtılması. Filmin ikinci yarısından itibaren çatışma ile başlayıp rasyonel bir şekilde gelişen bir etkileşime tanık oluyoruz. Nihayetinde, birbirini tamamlayan karakterler dev bir bulmacanın parçalarını muntazam bir şekilde yerine yerleştiriyor.

Filmin bilgisayar ile hazırlanan görüntüleri son derece çekici. Ay, yüzeyi, maden üssü ve Ay araçları son derece iyi tasarlanmış ve aslında kendisi inzivaya çekmek isteyecek kişiler için “rüya iş” ortamını sergiliyor. Sam Rockwell’in harika oyunculuğu ve Kevin Spacey’in filmin belirsizlik, dram ve gerilim sürecine mükemmel uyum sağlayan seslendirmesi son derece akıcı bir film sunuyor.

Yıllar sonra Tom Cruise’un Oblivion (2013) filmini izledikten sonra bir iç geçirmiş ve direkt Moon’u anmıştım. Aynı konseptten çıkan ve çok daha yüksek bütçeli, aksiyonlu olan film buna rağmen Moon’un yanında anılmayı bile hak etmiyor. Eğer mütevazi bir başyapıt izlemek isterseniz, Moon’a mutlaka göz atın.

Filmin Clint Mansell imzalı soundtrack’i de son derece güzel ve dinlerken insanı düşünce ve farklı hislere sürükleyip götürüyor.

Spotify bağlantısı için tıklayın.

IMDB bağlantısı.

Rotten Tomatoes bağlantısı.