Batı merkezli alternatif medyanın içinden yakaladığı karman çorman bilgileri dilimize çeviren yeni nesil alimler sağ olsun, dünya dışı varlıklar hakkındaki bilgi dağarcığımız ancak ortaokul çağındakileri heyecanlandıran komplo teorileri ve efsanelerin ötesine geçemiyor. Ancak dünya dışı medeniyetlere ve ufolojiye gerçekten meraklı olan ve ciddi araştırma yapmak isteyen insanlar için güvenilir kaynaklar da bol. Yapılması gereken, öğrenmek isteyen kişinin vaktine saygı duyarak ilk önce genel kültürünü güçlendirmesi ve para odaklı yapımların oltasına gelmemesi. Bu aşamada birçok yazımız ve kaynak önerimiz de olacak. Öncesinde, bir soruyu kısaca değerlendirmeye çalışalım: Dünya dışı gelişmiş medeniyetlerin gezegenimizi ziyaret ettiğine dair bu kadar iz varken, neden onlarla karşılaşmadık?
Uzaylılar aslında yok
İngiliz bilim-kurgu yazarı Arthur C. Clarke’ın ünlü bir sözü vardır: “İki olasılık mevcut. Ya Evren’de yalnızız ya da değiliz. Her ikisi de bir o kadar korkutucu.”
Evren’deki orta boyutlu galaksiler arasında gösterebileceğimiz Samanyolu’nun çapı yaklaşık 100 ışık yılı. İçerdiği yıldız sayısının ise 400 milyar olabileceği tahmin ediliyor. Yani, sadece Samanyolu’nda Dünya benzeri en az bir gezegen içerme olasılığı bulunan yüz milyarlarca yıldız sistemi bulunuyor. En dikkat çekici örneklerden biri, 2016’ın en büyük keşiflerinden Proxima Centauri b.
Proxima Centauri b keşfi, insanlığın aklına önemli bir soru getirdi: Yeterince hızlı olabilirsek, Dünya’dan 40 trilyon kilometre uzaklıktaki gezegene insan ömrünün elvereceği bir sürede ulaşabilir miyiz? Işık hızının beşte biri hızda gitmeyi planlayan Starshot projesi, bunu 20 ile 25 yılda yapmayı planlıyor. Bu aşamada bir soru daha beliriyor: Eğer bize bu kadar yakın gelişmiş uzaylı medeniyetler varsa, Dünya’ya geliyor olabilirler mi?
Evren’de yalnız olduğumuzu savunan bilim insanlarının en büyük kanısı, aslında bunun matematiğe dayanan kozmik dengesi. Birincisi, istatiksel olarak Evren’de yalnız olmamız mümkün değil. En son araştırmalara göre, Evren’de en az 2 trilyon galaksi bulunuyor. Kaç tane yıldız sistemi olabileceğini kafanızda bir canlandırın… Öte yandan, her bir yıldız sistemi arasında anormal mesafeler mevcut. Yüzlerce ışık yılı ötedeki galaksilere ulaşabilmek için kesinlikle ışık hızından daha hızlı yolculuk etmemizi sağlayan teknolojilere ihtiyaç duyuyoruz. Henüz Mars’a 9 ay içinde gitmemizi sağlayacak itki sistemleri üzerinde çalışırken, insanlık için bu hayli zor. Uzaylıların da süper gelişmiş itki sistemleri olsa bile Dünya’ya gelmek için birkaç yıl harcamaları mantıklı görünmüyor.
Bu açıklamalarla tatmin olmayan (mesela ben) uzaylıların varlığı hakkında daha fazla bilgi araştırmayı tercih ediyor. Bu aşamada akla gelen çok fazla soru var. Yukarıdaki tartışmalarla bağlantılı olarak iki tanesi öne çıkıyor: Uzaylılar ışık hızını bile anlamsız bırakan, solucan deliği oluşturmak gibi teknolojiler geliştirmiş olabilir mi? İkincisi Dünya’ya neden gelmek istesinler?
İlginizi çekebilir: Evrenimiz en az 2 trilyon galaksiyi içinde barındırıyor
İnsanlık dışında Evren’de akıllı medeniyet yok
Efendim, uzaylı demek illa Dünya dışı akıllı varlık anlamına gelmiyor biliyorsunuz. Zaten gökbilimcilerin ilk hedefi Güneş Sistemi’ndeki bakteri veya bitki seviyesindeki ‘uzaylıları’ keşfetmek. Bu aşamada NASA’nın en az 2025 yılında kesin delil bulma hedefi olduğunu da not düşelim.
“Evren’de yalnız mıyız?” sorusunun cevabını bulmak bizler için sandığımızdan çok daha uzun süre alabilir. Birçok gökbilimcinin savunduğu, ilk olarak Güneş Sistemi’ne yayılmamız ve buradaki ilkel yaşam formlarını bulmamız gerektiği. Ardından, Merkür’den Plüton’a kadar kısa sürede (birkaç yılda) yolculuk yapmamızı sağlayacak itki teknolojileri geliştirdiğimizde, Güneş Sistemi dışındaki hedeflere açılmamız daha mantıklı geliyor. James Webb Uzay Teleskobu’nun önünü açacağı en son tekoloji teleskoplar, bu aşamada yaşanabilir gezegenlerin atmosferlerini inceleyerek bizlere hedef belirleyecek. İlk hedeflerimiz ise belli.
Jüpiter’in okyanus dünyası Enceladus, okyanuslarında çok büyük olasılıkla yaşama imkan veren hidrotermal bacalar içeriyor. Galileo uydularından Europa, okyanuslarında ilkel yaşam barındırdığı düşünülen bir diğer uydu. ‘Europa Report’ filminde geçen uzaylı ahtapot, bir gün karşımıza çıkacak ilk uzaylılardan olabilir. Eğer Jüpiter’de umduğumuzu bulamazsak, bir sonraki hedef Titan olacak.
İlginizi çekebilir: “En geç 2025’e kadar Dünya dışı yaşama dair kanıt bulacağız”
Gelişmiş Dünya dışı medeniyetlerde yeterli teknoloji yok
Evet, Dünya dışı medeniyetler olabilir. Ancak her biri tahmin ettiğimiz gibi insanlıktan çok daha ileri bir seviyede mi? Belki de bazıları Dünya’dan çok daha genç bir gezegende halen gelişim süreçlerinin çok başlarında. Bazıları da nükleer savaşların ardından tüm teknolojilerini kaybetti ve ilkel bir yaşam sürdürüyor?
Gökbilimciler bu olasılıkları da kısaca aşmamızı sağlayacak çalışmalar yapıyorlar. Temel yöntem, dev radyo teleskoplar ile uzay boşluğunu tarayarak radyo sinyalleri olup olmadığına bakmak. Eğer birileri uzaya bilinçli veya bilinçsiz sinyaller saçıyorsa ne kadar gelişmiş oldukları hakkında çok net bir fikrimiz olabilir. Örneğin, eğer Dünya’dan saçılan TV sinyallerini toplayan uzaylılar varsa, vaktimizi ne kadar boş geçirdiğimizi anlayıp bizimle vakit kaybetmemek konusunda anında ikna oluyordur. Öte yandan, birileri çok uzun mesafeler kat etmesi için hazırlanmış iletişim amaçlı radyo sinyalleri gönderiyorsa, bu medeniyetlerin muhtemelen gezegenler veya yıldızlararası yolculuk yapabileceğini de düşünebiliriz.
Edward Snowden, gelişmiş medeniyetlerin birçoğunun kendi aralarındaki kozmik yazışmalarında ‘şifreleme’ kullandığını öne sürmüştü. Ona göre, bizler Dünya’dan bu mesajları topluyor olsak bile deşifre etme şansımız yok. Birçok gökbilimci, bu iddiaya güldü geçti. Hatta, Çinliler 500 metre çapıyla sahip olduğumuz en büyük çanak antenini sırf uzaylıların mesajını yakalayabilmek için inşa etti. Eğer şansımız varsa, yakın gelecekte merakımızı giderecek bir sinyal yakalayabiliriz.
İlginizi çekebilir: Snowden’ın Arecibo mesajından haberi var mı?
Akıllı medeniyetler bir süreden sonra kendini yok ediyor
Bilim-kurgunun ve Dünya’nın geçmişine ait efsanelerin birçoğu, Evren’deki akıllı medeniyetlerin çeşitli nedenlerle yıldızlararası yolculuk yaptığını öne sürüyor. Bunlardan bir tanesi, yok olan ana gezegenlerinden kaçıp yeni bir ev bulabilmek. Dünya’nın geçmişine ait efsanelerden birinde de (detayına girmeyeceğim) Mars’tan gelen bir uygarlığın milyonlarca yıl önce gezegenimizin en verimli topraklarını temsil eden Nil ovasına yerleştiğini öne sürüyor.
Bu tür düşünceler, gelişmiş akıllı medeniyetlerin savaş, hastalık, kirlilik veya kozmik felaketler sonucu (dev asteroid çarpması) yok olduğunu savunuyor. İnsanlığa baktığımızda, kendi sonunu getiren veya bir felaketle karşılaşan medeniyetler olabileceği ihtimali hiç de düşük değil. Çünkü bizler de bu olasılıklar karşısında biz de endişe içinde yaşıyoruz.
Birincisi, küresel ısınma ve aşırı nüfus nedeniyle Dünya’nın 2050’de yaşanmaz hale gelme ihtimali bulunuyor. Atmosfer sıcaklığının 2 derece daha arttığı felaket senaryosunda, kıyıları sular altında kalmış kıtalar 10 milyarlık nüfusla tıkış tıkış olacak. Su kıtlığı, gıda yetmezliği, hastalık ve savaşlar Dünya’nın ömrünü hızla tüketecek. Bir diğer büyük endişelerden biri, asteroid tehlikesi. 2013’de yaşanan Çelyabinsk patlaması, bu ihtimalin hiç de düşük olmadığını gösterdi. Dünya her ay şehirleri yok edebilecek gök taşlarının yanından geçip gitmesine tanık oluyor. Bir diğer korkutucu olasılık, nükleer savaşlar. Bugün birbirleriyle politik gerilim içinde olan tüm ülkelerin neredeyse tümü nükleer başlık sahibi. Hiçbirinin de stratejik olarak kaçınılmaz olan bu silahları topluca imha etme düşüncesi yok.
İşte bu sebeplerden, önde gelen uzay ajansları harıl harıl Ay ve Mars’a koloni kurmak için teknoloji geliştiriyor. Şurası kesin ki, Dünya’da kalanlar için hayat kolay olmayacak.
İlginizi çekebilir: “Dünya 100 megatonluk patlama ile yok olabilir”
Evren çok öldürücü bir yer
Evren çok büyük bir yer olsa da, bir o kadar da ölümlü bir yer. Özellikle kozmik ölçek altında düşünürsek, yaşamın yok olması oluşmasından çok daha kolay. Örneğin uzay boşluğuna milyonlarca yıl kaos yaşatan bir süpernova, yaşamın yapı taşı elementlerin yeni bir sisteme yayılmasına kadar çok daha yıkıcı etkiler gösteriyor. İnsanlık gibi gelişmekte olan birçok medeniyet, kozmik ölçekte bir saniyeden kısa sürede tamamen yok olabilir. Bunun için tek gereken bir asteroid çarpması, süpernova, güneş fırtınası veya gama ışın patlaması gibi süper enerji saçan olaylar.
Dünya’nın çok güçlü bir manyetik alana, kalın bir atmosfere ve Jüpiter gibi dev bir kalkana sahip olduğunu unutmayalım. Manyetik alanımız ve atmosfer, bugüne dek Güneş Sistemi’ndeki diğer kayalık gök cisimlerini krater izleriyle dolduran çarpışmalardan bizi milyonlarca yıl korudu ve hayatta kalmamızı sağladı. Jüpiter, yakın gelecekte de yaşanan çarpışmalarda Dünya’ya doğru gelen göktaşlarını durdurdu. Ancak sayısız akıllı medeniyet gezegeninden çıkamadan veya sinyal gönderemeden kozmik felaketler sonucu yok olmuş olabilir. Kozmik etkenlerin yanı sıra, işgalci daha gelişmiş medeniyetler tarafından yok edilmiş de olabilirler.
İlginizi çekebilir: Jüpiter’e göktaşı çarpma anı teleskoba yakalandı
Evren biraz fazla büyük
Güneş Sistemi’nin içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi’nin 100,000 ışık yılı genişliğinde olduğuna değinmiştik. Diyelim ki Samanyolu’nun en dışta bulunan sarmalında yer alan gelişmiş bir medeniyet, bize sinyal gönderdi. Hızı ışık hızıyla sınırlı kalacak sinyalin Dünya’ya ulaşması en az on binlerce yıl alacaktır.
Bize doğrudan gönderilmiş bir sinyal olmasa bile, galakside gezinen sinyalleri yakalamak bile son derece düşük bir ihtimal. Dahası, bir gün duyabileceğimiz bir mesajı bize ulaşmadan önce yok olma ihtimalimiz de var.
Nihayetinde, uzaylı gelişmiş medeniyetler ile karşılaşmanın en gerçekçi yöntemi, uzaya yollayacağımız keşif araçlarıyla onlara rastlamak. Güneş Sistemi’nin dışına çıkarak yıldızlararası uzaya erişen ilk uzay aracı olan Voyager-1, şu an Dünya’dan 20,646,629,111 kilometre mesafede. Her saniye onlarca kilometre artan bu uzaklık, 138 ışık yılına denk geliyor. Bir ışık yılı 9,461,000,000,000 kilometre iken, Voyager-1’den gönderilen radyo sinyallerinin hızı ışık hızına eşit; yani saniyede 299,792,458 metre.
Bu rakamlar ile bazı hesaplamalar kolayca yapılabilir. Ancak şunu not düşmek lazım ki, ışık, uzay boşluğunda söz konusu hızda ilerliyor. Karşısına çıkan her türlü engel, bu hızı yavaşlatıyor, hatta bloke ediyor (radyo dalgaları kozmik toz ile bloke edilemiyor). Voyager-1’de uzaylılara rastladığı zaman bunu direkt bize bildirecek bir teknoloji barındırmıyor. Üzerinde Türkçe mesajların da olduğu her dilden ses ve insan anatomisine ait çizimler içeriyor. Voyager-1’in 36 yıldır uzayda olduğunu düşünürsek, Dünya dışı varlıklara kesin delil olacak bilgilere ulaşmak bir hayli vakit alabilir. James Webb Uzay Teleskobu’nun bile ateşlenme süresi bugüne dek üç kez ertelendi. 2018’de ateşlendiğinde, yaşam barındıran gezegenlerin atmosferlerine hiçbir teleskobun yapamadığını kadar yakından bakabilecek. Yine de bu, kesin olmayan önemli ipuçları ile sınırlı kalacak. Yıldızlara ve dış gezegenlere ulaşacak keşif araçları geliştirmek için önümüzde halen yüzyıllar var.
İlginizi çekebilir: Uzaylılara gönderilen Altın Plak Dünya’da satışa çıkacak
Etrafımıza yeterince bakmadık
Dünya dışı varlıkları bulma veya onların gelip bizi bulması konusunda oldukça sabırsısız. Ancak her iki olasılık için de daha çok erkenci değil miyiz? İnsanlığın yazılı tarihinin ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi olmasa da, birçok bilim insanı bunun M.Ö 2,900 yılına, yani Sümerlere uzandığını kabul ediyor. İnsanlık o zamanlar uzaylıların ziyaretine uğradı mı, bu kesin olarak cevaplaması neredeyse imkansız bir soru. Önceden belirttiğimiz gibi ışık hızında yol alabilen medeniyetler olsa bile bize ulaşması binlerce yıl alabilir ve en başından bunu yapmaları için geçerli bir sebep gerekir.
Dahası, insanlık bugüne kadar Evren’in ne kadarını gözlemleyebildi? Her ne kadar Evren’in yaşı ve genişliği konusunda bir fikir sahibi olsak da, ileri düzey astronomik gözlemlere henüz 80 yıl önce başladık. Yani, ilk radyo teleskoplar henüz 80 yıldır kullanılıyor. Uzaydan gezinen radyo sinyallerini yakalamak için yapılan çalışmalar ise 60 yıl önce başladı. Gelişmiş dış medeniyetlerin mesajlarını yakalamak dursun, ilk önce Güneş Sistemi’nin doğru düzgün keşfetmemiz gelişim sürecimiz için daha anlamlı olacaktır. Buna da fazlasıyla ihtiyacımız var gibi görünüyor. 19’uncu ve 20’nci yüzyılda yaşamış olan İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli, Mars’ın yüzeyinde gördüğü çizgi benzeri yapıları ‘kanallar’ (canali) olarak adlandırmış, aynı yıllarda yaşamış ABD’li gökbilimci Percival Lowel de aynı gözlemi yapıp bunların su kanalı olduğunu düşünmüştü. Aslında göz yanılması olan bu yapılar ortada yoktu bile. Bu gerçeği, Mars yörügesine ulaşan ilk uzay aracı Mariner 4’ün henüz Temmuz 1965’te çektiği fotoğraflarla anlayabildik. 1930 yılında çekilen Plüton’un neye benzediğini ise Temmuz 2015’te görebildik. Kısaca uzaylılar bizi bulmazsa, bizim onları bulmamız çok daha zor.
İlginizi çekebilir: “Uzaylılara eşitliği vurgulayan mesaj iletilmeli”
Doğru yere bakmıyoruz
Henüz uzayı taramak konusunda çok yeni olabiliriz. Ama şans faktörünü de ele almamız gerekiyor. Sonuçta uzaylıların sinyallerini yakalamak için bakabileceğimiz sınırsız yer var. Ve belki de biz yanlış tarafa bakmakla işe başladık. Ancak bu bile fazlasıyla zor. Özellikle Evren’in anormal büyüklüğü ele alındığında. 400 milyar yıldız sistemi olduğunu kabul ettiğimiz Samanyolu’nda bir başkasının sinyalini yakalamaya çalışmak neye benziyor, şöyle bir örnek verelim:
Bir arkadaşınızla görüşün sıfır olduğu bir sis altındasınız ve aynı yere gitmeye çalışıyorsunuz. İkinizin de aracında 250 kanal alıcılı radyo var. Hangi kanaldan yayın yapacağınızı bilmiyorsunuz. Bu yüzden aynı vakitte aynı kanalda buluşabilmek için sürekli ve sürekli 250 kanalı tarıyorsunuz. Şimdi bu olasılığı 100 milyar ile çarpın. 250,000,000,000 ayrı kanalda, hangi frekansta olduğunu bile bilmediğiniz bir mesajı yakalamaya çalışıyorsunuz… SETI projesine bağlı Porto Riko’daki Arecibo radyo teleskobu bunu yapmaya çalışıyor. Samanlıkta iğne bulmanın yanında kolay kalacağı bir iş için yıllardır gökyüzünü tarıyor. Bugüne kadar uzaydaki bir köşenin sesini dinlerken, bir diğerinden geçen sinyalleri kaçırmış olması da olası.
İlginizi çekebilir: “Dünya dışı yaşam arayacak teleskop faaliyete geçti”
Dünya dışı varlıkların teknolojisi çok ileri olabilir
Radyo sinyallerine dayanan teknoloji Dünya’da yaygın olabilir. Ancak bizlerden çok daha gelişmiş olduğunu varsaydığımız Dünya dışı medeniyetler çoktan üst seviye iletişim araçları kullanıyorsa, onları da doğal olarak duyamayız. Örneğin, nötrino sinyalleri ile mesajlaşan bir medeniyetin sesini duyacak bir teknoloji henüz elimizde yok. Dahası, Nikolai Kardashev’in medeniyet ölçeğinde ikinci ve üçüncü basamakta olan uzaylılar için de Dünya’dan gelen sinyaller süper anlamsız olabilir. Güneş sistemlerini enerji santrali veya tarla gibi kullanabilen, simülasyon görevi görecek boyutlar inşa edebilen medeniyetler bizden gelen sinyali muhtemelen dikkate bile almaz.
Bir diğer bilim-kurgu teorisi, bazı medeniyetlerin sinyallerinin duyulmaması için teknolojiler kullandığı. Bu sayede duyulmak istenmeyen bir medeniyet kendini görünmez kılabilir. Muhtemelen ana gezegeninizin dört bir yanına sinyalleri yutacak bir süpernova yerleştirmeniz işe yarayacaktır. Tabii mümkünse.
İlginizi çekebilir: “100 bin galakside uzaylı medeniyeti yok”
Sinyal mesafemiz çok kısıtlı
Dış medeniyetlerden gelen sinyalleri yakalamanın zorluğu bir yana, bunları duyabileceğimiz ve iletebileceğimiz mesafeler de çok kısıtlı. En sonuncusu geçtiğimiz yıl olmak üzere, insanlık sadece birkaç kez derin uzaya varlığımızı belli eden sinyal gönderdi. Bu sinyallerin tespit edilebilmesi için ilk şart, duymasını umduğumuz uzaylıların bizlerle benzer teknolojiye sahip olması. İkincisi, gerçekten yakın bir mesafede olmaları gerekiyor. Çünkü Dünya’dan yayılan radyo ve TV sinyalleri en fazla 0,3 ışık yılı mesafeye yayılıyor. Kısaca, hiçbiri Güneş Sistemi’nin dışına bile çıkamıyor.
Sonuç olarak sinyaller ve uzay araçları ile bir yerlere ulaşıp gelişmiş medeniyetlere ait izler bulabilmemiz çok ama çok zor. Işık hızını aşan teknolojileri keşfetmemiz şart gibi görünüyor.
İlginizi çekebilir: ESA, Dünya dışı akıllı medeniyetlere sinyal gönderdi
Dünya ile bilerek temas kurmuyorlar
Bu madde, uzaylıların imkanı olsaydı Dünya’ya neden gelirlerdi veya neden bizimle temas kurarlardı sorusu ile doğrudan bağlantılı. Eğer bizi tespit etmiş uzaylı medeniyetler varsa, Dünya’yı işgal etmek veya bizimle diplomatik ilişki kurmak için geçerli bir sebepleri olmalı. Uzay Yolu’nda olduğu gibi gelişmiş uzaylı medeniyetler sayısız ışık yılını aşıp başka medeniyetlerle temas kurmak için belli prensiplere sahip olabilir. Kozmik tecrübesi daha yüksek olan uzaylı gelişmiş medeniyetler, bizler gibi karşısına ne çıkacağını bilmeden etrafına bakınmak yerine, hayli hayli seçici olabilir. Teknoloji ve kültür seviyesi, bu aşamada belirleyici faktörler olacaktır şüphesiz. İşgal edecekseniz sizden daha gelişmiş bir medeniyetin üzerine yürümek istemezsiniz. İşbirliği yapacaksanız da, sizden çok farklı bir kültüre yanaşmak istemezsiniz.
Dünya’da uzaylıların ilgisini çekecek birçok kaynak olabilir. Yine de yıldızlararası yolculuk yapabilecek medeniyetler için Dünya’ya gelmeleri anlamsız bir düşünce olarak kalıyor. Gelişmişlik seviyemize bakıldığında, bizlerle temasa geçerek ne elde etmeyi umacaklarını anlamak zor olurdu. Bu yüzden uzaktan gözlemler ve deneyler yaptıklarını öne süren senaryo öne çıkıyor.
İlginizi çekebilir: Esrarengiz uzaylı mega yapı için öne sürülen en mantıklı açıklama
Uzaylılar çoktan burada ama farkında değiliz
Tüm bilimsel değerlendirme ve bilim-kurguya dayanan tahminlerin ardından, öne çıkan ihtimallerden biri bu. Yani, Dünya dışı gelişmiş medeniyetlerin çoktan Dünya’yı keşfettiği ve burada oldukları. Bu aşamada sayısız olasılığı değerlendirmeden önce, hep aklıma takılan bir soruya değinmekte fayda var. Eğer ABD veya diğer devletler uzaylı medeniyetlere ait kanıt elde etmişse, bunu açıklar mıydı? Muhtemelen hayır.
Eğer sizden çok daha gelişmiş bir medeniyet kendi gezegeninizde sizinle temasa geçtiyse ve bundan insanlığın haberi yoksa, bunun tek bir sebebi olabilir: Onlarla işbirliği yapıyorsunuz. Bu ihtimalin imkansız olduğunu söyleyemeyiz. Gerçek olma ihtimalini açıklamak da komplo teorisine batırılmış sayısız olasılığa uzandığı için apayrı bir zorluk. Dahası, cahilliğin küresel politikalara hizmet ettiği günümüzde en büyük sorun, sahte ve yanlış bilgilerin süpernova gibi etrafa yayılması. En kötüsü de, araştırma, keşfetme isteği bulunan yeni nesillerin para odaklı popüler kültür yayımcılarının mağduru olması.
Giza Piramitleri’nden Göbeklitepe’ye ve Roswell kazasından Sümer tabletlerine kadar tartışılması gereken birçok eser ve olay mevcut. Ancak bilgiyi temin etmesini, analizden geçirmesini, tartışmasını beceremiyor, bireysel pazarlama araçları olan hakaret ve aşağılama dolu tartışmalarla kullanılmaz hale getiriyoruz. Olayları değerlendirerek sonuçlar çıkarmamız için gerekli genel kültüre sahip değilken, belirsiz kaynaklardan doldurulma eksik ve yanlış bilgilerle elde ettiğimiz görüşleri bilinçsizce benimsiyoruz. Bugün, cahilliğin cesaretle sürüklediği bir komplo teorisi akımı giderek güçlenirken, bilim yobazlığı da kesin yargılarla orta noktayı bulmaya çalışanların karşısına çıkıveriyor.
Muhtemelen böyle bir ortamda en iyisi uzaylıları kendi hallerine bırakmak ve deneylerine devam etmelerine izin vermek.