Sansürlü ve taraflı haberciliğine tepki olarak doğan 140journos, yurttaş gazetecilik kavramını ana akım medyaya karşı duran bir olgu haline getirdi.
Gazetecilik prensiplerini ayaklar altına alan ana akım medyanın sahte-yanlış habercilik kabiliyetini yakın zaman önce Uygur Türklerine yapılan zulmü konu alan haberlerde gördük. Sosyal medya aracılığıyla topladıkları ilgiden mutlu olan ‘sözde editör’ çocuklara yazdırılan ucuz haberlerin kapladığı internet, Türkiye’de haberciliğin geldiği vahim noktayı gözler önüne seriyor. İmla hataları, kaynaksız fotoğraf ve bilgilerle dolu, kafadan uydurma cümlelerle tamamlanan haberler, interneti bilgi kirliliği ile boğmuş durumda.
Bireysel çabalarla öne çıkan blogların yanı sıra çevrimiçi ve basılı dergilerde tanık olduğum hareketlilik, yıllarca içi boş haberciliğe boğulmuş insanların bir şeyleri değiştirme çabasını gösteriyor. Haberleri ilgi çekmek veya kar için değil, ne olup bittiğini bilmek ve herkesle paylaşmak isteyen 140journos ise tanık olduğum en başarılı çalışmalardan biri.
140journos’a haber yazmak için erkenden kalktığım bir sabah TIME dergisinin paylaştığı tweet ile rastladım. İstiklal Caddesi’nin ortasında poz veren bir gencin Türkiye’de gazeteciliği dönüşümden geçirdiğinden bahsediliyordu. Oldukça iddialı başlığın altında ne yattığını görmek için haberi hızla gözden geçirdim ve 140journos’un çalışmalarına göz attım.
140journos’un yaptıkları bana eksikliğini çektiğimiz gazeteciliği hatırlattı. Araştırmacı yönlerinin yanı sıra bilgiyi insanlara yanlış ve doğruyu karıştırmadan, yalın bir şekilde sunmaya çalışıyorlar. Ancak amaçlarını gazetecilik yapmak veya gazeteciliği sırtlamak olarak görmeyen 140journos, halkın daha derinine inen bir amaç güdüyor: Aramızdaki iletişimi güçlendirmek ve birbirimizi, olan biteni anlamak.
Bu hedefin temelinde yine aklımızın arka köşelerinde kalmış bir kelime var: Empati. Daha iyi görerek yurdumuzun dört bir yanında insanlar ne yaşıyor bunu daha iyi görebilmek, anlamak ve hissetmek.
Meet the young man transforming journalism in Turkey http://t.co/kxnSrp9YB3 pic.twitter.com/495q3EiqWI
— TIME (@TIME) June 21, 2015
140journos, yeni medyanın en canlı ve yaratıcı örneklerinden. Sosyal medyanın tüm kanallarını büyük bir marifetle kullanan 140journos’un özelliği, bulunduğumuz coğrafyada okumaktan fazla hoşlanmayan insanlara haberleri en etkin yolla iletmesi. 140journos’un en dikkat çekici yanı ise belli eylem dönemlerinde patlayan yurttaş gazeteciliği kılıfından sıyırarak ana akım medyanın karşısında durabilecek bir habercilik boyutuna getirmeleri. Sonuç olarak 140journos, gönüllülerle milyonlara erişen bir oluşum haline gelmiş durumda.
140journos’a daha yakından bakabilmek ekip üyeleri Engin Önder, Cem Aydoğdu, Melda Şener ve Can Pürüzsüz’e birkaç soru yönelttim. Tanık olmadığımız veya özlemini çektiğimiz unutulan haberciliğin zorluklarını anlattılar, insanlardan gelen tepkileri ve halkın beklentilerini dile getirdiler. Umuyorum, birkaç yıl içinde 140journos ve benzer habercilik çalışmaları güçlenecek ve artacak.
Bir araya gelme sürecinden biraz bahseder misiniz? İlk zamanlarda bu tür bir yurttaş gazetecilik motivasyonunu sürükleyen neydi?
140journos’u ilerleten 5 kişi, birbiriyle çeşitli dönemlerde tanışan ve arkadaş olan 20’li yaşlarında gençler. Biz kendimize asla gazetecilik yapmak misyonunu atfetmedik. Biz bu yapılan işi, bu gençlerin Türkiye’yi anlama ve anladıklarını başka insanlarla anlatma çabası olarak görüyoruz. Gazetecilik, Türkiye’deki varoluşu ve tanımı gereği yan yana durmaktan özellikle imtina ettiğiniz bir kelime. Biz kendi hayalimizdeki iletişim ağını kurmaya çalışıyoruz. Bu da topluluklar arası iletişim modeli. Türkiye’de gazeteler ve televizyonlar aracılığıyla birbirinden haber alamayan toplulukların, birbirlerinin acılarından, mutluluklarından, taleplerinden haberdar olmasının ve birbirine empati geliştirerek birlikte yaşayabiliyor olmalarının ülkede var olan kutuplaşmayı karşı-kutuplaşmaya çevireceğine inanıyoruz. Ana akım medyanın filtreli haber anlayışı, 2007’deki Cumhuriyet mitingleri, 2009’daki Tekel işçileri eylemleri, 2011’deki Roboski/Uludere bombardımanı, 2013’teki Reyhanlı patlaması ve Gezi olayları, 2014’teki Soma maden faciası ve Kobane olayları gibi dönüm noktalarında kendisini gösterdi. Bunlar, farklı toplulukların, nefessiz kaldıkları zamanlarda medyada karşılığını göremedikleri dönemler. Bu olayların hiçbirisinde ilk meydana geldiklerinde Türkiye’deki ana akım medyada içerik göremedik. 140journos da bu gerçeklikten hareketle, 2012 Ocak’ta Twitter üzerinden yayına başladı.
Gezi olayları sizin için nasıl bir kırılma noktası oldu? Zorlukları ve size kazandırdıkları nelerdi?
Gezi döneminde 140journos, halihazırda bu işi 1,5 yıldır yapan bir organizasyon olarak, geliştirdiği doğrulama teknikleriyle sosyal medyadaki bilgi kirliliğinin önüne geçen öncü bir pozisyonda oldu. Doğrulanmış bilginin yayılması, takipçilerinin 140journos’a olan güvenini arttırdı. Gezi olayları ile beraber hem Twitter kullanımı hem de vatandaşların akıllı telefonlarını kullanarak bir olay yerinden, bir eylemden, bir davadan geçmiş olduğu içeriklerin sayısı arttı. Gezi ile beraber artan eylemsellik, Gezi sonrasında 140journos editörlerini sahadan alıp masa başına geçirdi çünkü 5 kişilik ekip ile aynı anda birden fazla noktada, bazen Türkiye’nin pek çok şehrinde gelişen eylemlerle ilgilenmemiz gerekti. Artan içerik üretimi, yapılan işi kitle kaynak (crowdsourced) bir noktaya taşıdı.
Sadece doğru bilgiyi yansıtma çabanız kutuplaşmış bir ortamda nasıl tepki gördü? Ne gibi eleştiriler alıyorsunuz?
2012’nin politik atmosferinde devam eden, farklı topluluklara ait davaların, örneğin Ergenekon ve KCK, her birisinden yayın yapılıyordu. Mahkeme salonundan geçilen tweetler ve Soundcloud üzerinden yapılan röportajlar, davası görülen topluluktan takipçi getiriyordu. Ancak bir süre sonra, diğer bir davadan içerik geçildiğinde o topluluk tepki gösterip takibi bırakıyor, bu sefer başka bir topluluktan kullanıcılar takibe alıyordu. Bu döngü bir süre sonra aşıldı ancak zaman zaman eleştiriler gelmeye devam ediyor. Örneğin Türkiye Gençlik Birliği ve PKK ile ilgili içerik geçildiğinde, takipçilerden ‘Bu da haber mi?’ şeklinde tweet alabiliyoruz. Yani kendi derdi olmayan şeyin haber olmadığına inandırılmış ve o refleksle hareket ediyor. Bunu ona yapan da yıllardır takip ettiği ama başka topluluklardan yaftasız haber alamadığı, ne okuduğu yani ‘ne tarafta olduğu’ belli olsun diye koltuğunun altına koyup gezdirdiği gazetesi, televizyonunda ilk 3 kanala yerleştirdiği televizyonu, maruz kaldığı medya propagandası. Greif işçilerinin eylemlerinin olduğu bir dönemde Ayasofya’nın camiye çevrilmesi talebiyle eylemden tweet geçmiştik, bunun arkasından profilinde Mahir Çayan olan bir kullanıcı “Hacklendin mi ne oldu? Greif paylaş!” şeklinde tepkisini gösterdi. Bu kullanıcıya “Dostum, her kesimden paylaşımlar yapılıyor. Desteklediğim medya tarzı.” şeklinde cevap veren bir başka kullanıcı ise, bizim birkaç gün önce kendisinden Uygur Türkleri eylemi geçtiğimiz bir Alperen’di. Her topluluğun o haberi alabilmesi için nötr bir dil kullanıyoruz ve kullandığımız dilin objektifliği sebebiyle sık sık ‘müdahale değil saldırı’, ‘grup değil halk’ gibi eleştirilerle karşılaşıyoruz.
7 Haziran seçimlerindeki tablo size nasıl bir Türkiye gösterdi? Oyları korumakla habercilik ve doğruluk anlayışımızı güçlendirebildik mi?
Geçtiğimiz seçimlerde bir grup kaygılı insanla birlikte geliştirdiğimiz ve bugün de kullanılan seçim sonuç kontrol sistemlerine kaynak kodlarıyla örnek teşkil etmiş olan ‘Saydıraç’ yazılımıyla bu anlamda bir demokratik bilincin fitilini yaktığımızı söyleyebiliriz. Seçim günleri bize vatandaşların medya olma çabasını gösteriyor. Okul önlerindeki plakasız araçları gören insanlar hızlı bir şekilde bunun bilgisini ve fotoğrafını Twitter’da yayıyor, yine insanlar akşam sınıfları tek tek dolaşıp kapılara asılan sandık sonuç tutanaklarını fotoğraflıyor, bunu sosyal ağlarda paylaşıyorlar. Sandık sonuç tutanaklarının varlığı, seçim sonuçlarına dair doğrulamayı sağlaması açısından çok önemli bir şans. Seçim sistemine yönelik kamuoyunda ciddi kaygılar var. Oy çuvallarının seçim kuruluna teslimine kadar müşahit denetimine ve kontrolüne açık olan, şeffaf bir sistem var ancak tutanakların seçim kurulunda bilgisayara geçirilmesi aşamasına yönelik kaygıları giderebilecek bir yöntem yoktu. Biz sistemin buradan itibaren, herkesin erişebileceği sandık sonuç tutanakları ile yeniden kurgulanabileceğini düşündük ve 140journos’un içinden Saydıraç projesini çıkardık. Saydıraç, insanların tutanak girebildiği, tutanaklardaki sonuçları işleyerek oy sayabildiği, toplam sonuca ulaşabileceği, başkalarının sayımlarını kontrol edebileceği ve YSK’nın ilan ettiği sonuçlarla karşılaştırabileceği bir araç olarak düşünüldü.
İnsanlar Türkiye’deki habercilik hakkında ne düşünüyor? Tecrübelerinizle ne istediklerini nasıl ifade edersiniz?
İnsanlar mümkün olduğunca fazla bilgiyi aynı anda öğrenmek istiyor. Fakat ana akım medyanın gerek televizyonda, gerekse de internet ortamındaki edisyonlarındaki tutumu buna engel. Hatta yakın dönemde “Öyle bir laf etti ki…”, “İşte o ünlü…” gibi aldatıcı başlıklara karşı Twitter ve Ekşi Sözlük üzerinde imza kampanyaları başlatıldı. Biz insanların ilgilerini suiistimal etmeden onlara paylaşmaya değer, bilgilendirici ve kesişim kümeleri olmayan topluluklardan haberler iletmeye çalışıyoruz ve bunun doğru istikamet olduğunu düşünüyoruz. Artan internet kullanımı ve internetin başlıca kullanım amacının haberleri takip etmek olduğu düşünülürse, Türkiye’de haber tüketiminin melez bir noktaya geldiğini söyleyebiliriz. Yani ne tamamen televizyona, gazeteye itimat ediliyor ne de sadece internet medyasına. İnsanlar, farklı mecralardan gelen tüm haberleri aslında bir anlamda birbirleriyle dengelemeye çalışıyor.
Yurttaş gazeteciliğe ‘gerçek zamanlı gazetecilik’ demek doğru olur mu? Toplumun sizi nasıl algılamasını istiyorsunuz?
Vatandaşların, özellikle de gerçek zamanlı bilgi akışına ihtiyaç duyulduğu kriz durumlarında Twitter üzerinden gerçekleştirdikleri içerik üretimi, ana akım medya kuruluşlarında ya da haber kanallarında göremedikleri canlı yayınların yerini alıyor. Gerek televizyon karşısında sansür sebebiyle haber alamayan kitleler için, gerekse de sokakta olduğu için televizyon yerine akıllı telefonunu haberleşme amacıyla kullanan kitleler için, yapılan içerik üretimi, ihtiyacı olan bilgiyi alması için kapsayıcı olabiliyor. 140journos’un yaptığı iş için gerçek zamanlı gazetecilik tanımlaması yanlış bir ifade olur, bizim sadece Twitter’daki operasyonumuz gerçek zamanlıdır. Twitter mecrası, doğası gereği anlık bir platformdur ve oraya gerçek zamanlı olarak adapte olduk. Medium’da, fotoğraflarla desteklenen fikir yazıları ve dosya haberler, Facebook’ta derlemeler, Ekşi Sözlük’te entry formatında haberler, Bobiler’de monteler, Snapchat’te haber yorumları ile her sosyal mecranın formatına uygun içerik üretiyoruz. Ana akım medya, sosyal medyadaki platformları, tık sayısı üzerinden reklam aldığı web-sitelerine trafik çekmek için kullanıyor. Biz ise insanların olduğu sosyal mecralara haberi götürüyoruz. İnsanların bizi, genç, deneysel ve toplumu anlama çabası içinde olan bir topluluk olarak düşünmesini isteriz ve bu topluluk herkesin katılımına açık. Birbirimizi, aracılar olmadan tanıyabilmek için haberleşen bir topluluk inşa etmeye çalışıyoruz.
Sosyal medyada podcast’lerden Periscope’a kadar her türlü aracı kullanıyorsunuz. Twitter’la beraber nasıl bir etki oluşturuyorlar?
Twitter’ın Curator isimli yazılımına bir erişimimiz var ve haber yayıncılığı amacıyla kullanmaktayız. Buradan kendi içeriklerimizin ve insanların yorum getirdiği içerikleri derliyoruz. Aldığımız Whatsapp telefon hattından insanların gönderdiği fotoğraf ve videoları kabul ediyoruz. Whatsapp konum bazlı doğrulamaya yardımcı oluyor ve insanların olay yerinde şahit olduklarını bize aktarmaları imkanını sunuyor. Whatsapptan kayıt ettikleri ve tanıklarını anlattıkları ses dosyaları, Soundcloud’ta podcastlere dönüşüyor ve bu, tanıklıklarının kamuya ulaşımını sağlıyor. Ekşi Sözlük, Bobiler, Medium, Periscope, Curator gibi Twitter servisleri, 140journos haberlerinin içeriksel çeşitliliğini ve kapsayıcılığını arttırmasına katkıda bulundu. Twitter’ın Analytics servisinden aldığımız veriler, farklı sosyal mecralara yayılımın Twitter’daki etkileşimimizi de arttırdığını gösteriyor. Sadece Twitter üzerinden içerik ürettiğimiz dönemlerde, tweetlerimiz aylık toplam 3.5 milyon ile 6 milyon arasında değişen görüntülenme sayısı alırken, Haziran 2015’te 7.5 milyon görüntülenme sayısını gördü.
Mevsimlik tarım işçilerine dair 140journos infografiğinin yüksek çözünürlüklü hali için: http://t.co/NYxc7pP8O4
— 140journos (@140journos) July 6, 2015
Ana akım medyanın viralliğe dayalı magazin-yalan haberlerini yurttaş gazetecilik yıkabilir mi?
Eğer sizin tabirinizle ‘yurttaş gazetecilik’ eylemler ve sokak olaylarına bağımlılığını kırarsa, evet. Çünkü Y jenerasyonu dünyanın farklı yerlerinde ayaklanıyor. ABD’de Occupy Wall Street, Yunanistan, İspanya, Türkiye’de Gezi Parkı, Ukrayna, Hong Kong, Ermenistan… Bu ülkelerdeki ayaklanmaların en önemli karakteristiği Y jenerasyonun taleplerini ve eylemlilik halini içermesi. Bir tepki olarak bu jenerasyon, haberleşme aracı olarak sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor. Ana akımın tavrına, devletlerin tutumuna, sermaye sahiplerine karşı taleplerini bu araçları kullanarak, sokaklarda dile getiriyor. Bu da ister istemez ‘yurttaş gazeteciliği’nin eylemlerle sınırlı kalmasına neden oluyor. Eylem odaklı habercilik ise bir süre sonra insanlarda bir yılgınlık meydana getiriyor ve bu da bu tür haberciliğin süreklilik arz etmemesine neden oluyor. Biz paçayı zor kurtardık diyebiliriz. Yayın akışımızı yalnız eylemsellikten çıkarıp hayatın akışında yer alan her şeye doğru genişletiyoruz. 25. dönem TBMM’de olan vekiller hakkında veri görselleştirmelerinin yer aldığı haritalamalardan tutun, av yasak sezonu biten balıkçıların yaptıkları hazırlıklara; parklarda düzenlenen sanat sergilerinden tutun, yağan yağmurla oluşan su baskınlarına; trafik akışında meydana gelen sorunlardan tutun ilkbahar ve sonbaharda göç ederken üstünüzden geçen leyleğe kadar uzanan bir yayınımız var.
Türk medyasının size olan ilgisi nasıl? Batı’yla kısaca karşılaştırabilir misiniz?
Türk medyası, editörler, muhabirler düzeyinde 140journos’u takip ediyor ve güvenilir bir kaynak olarak yorumluyor. Fakat takdirini belirtmiyor. Kültürel kodlarımızda takdir etmek pek olmadığındandır belki. Yabancı basın ise 140journos’u akademilerde inceliyor, derslerinde işliyor, haber yapıyor, referans gösteriyor. Dünyanın en prestijli akademi yayınlarından TIME dergisine kadar birçok mecra 140journos’u örnek çalışma olarak gösteriyor.
Şu an nasıl bir sisteminiz var? Nasıl büyüyor ve genişliyor? Maddi geliriniz var mı?
Türkiye’nin farklı yerlerinden 140journos’a düzenli olarak haber gönderen 300’e yakın gönüllü insan var. Buna ek olarak, her gün yayının devam etmesini sağlayan çekirdek bir editöryel ekibimiz var. 140journos, projenin yürütücüsü olan Enstitü; isimli yaratıcı profesyonel ağının çapraz finansmanı ve proje bazlı olarak aldığı fonlar aracılığıyla yayınına devam ediyor. Örneğin Avrupa Kültür Vakfı’yla Anadolu’nun farklı yerlerinde sosyal medya kullanımı ve veri işleme atölyeleri yapmak üzere birlikte çalışıyoruz. Bugüne kadar hiç reklam almadık, yakın vadede de böyle bir niyetimiz yok. 140journos, 3,5 yıldır yayında olan fakat halen çok yeni bir proje. Kendi oturaklık gelir kaynaklarını yaratması için daha önünde biraz daha yol var diye düşünüyoruz.