40 dile çevrilen ve birçok ödül alan otobiyografik roman Talebe, okur kitlesinin gönlünü kazanmış önemli bir eserdir. Bu yazıma, kitabın arka kapağında yer alan alıntı ile başlamak istiyorum.
Tara Westover’ın bir doğum belgesi olmadı. Okul kaydı yoktu çünkü hayatında hiçbir sınıfa ayak basmamıştı. Tıbbi dosyası yoktu çünkü babası tıp biliminden ziyade kıyamete inanıyordu. Çocukluğunda Mormon babasının bağnazlığa, erkek kardeşinin şiddete teslim oluşunu izledi. Ve on altı yaşına geldiğinde Tara kendi kendini eğitmeye karar verdi. Bilgiye duyduğu açlık onu Idaho’nun dağlarından çok uzaklara, okyanusların ötesine, bir kıtadan diğerine, Harvard’dan Cambridge’e taşıdı. Neden sonra aklına şu soru düştü: “Acaba fazla mı uzağa gittim?”, “Eve dönmenin hâlâ bir yolu var mı?”
Guardian, Washington Post, New York Times, Boston Globe ve The Economist’in yılın en iyi kitap seçkilerinde yerini alan bu eser, yazarın girişte bulunan notuyla okuyucuyu daha ilk satırlardan etkilemeyi başarıyor: “Bu hikayenin konusu Mormonluk değil. Başka herhangi bir dini inanç da değil. Hikayenin içinde kimi inançlı kimi inançsız, kimi iyi kimi iyi olmayan çeşitli tipte insan var. Yazar bu ikisi arasında olumlu ya da olumsuz, her türlü ilişkilendirmeye karşı.”
Bu kitabı ilk olarak Pınar Sabancı’nın kitap kulübünde gördüm. Kendini merak ettiren bu eseri okumaya başladığımda dışarıdan göründüğünden daha ilgi çekici olduğunu fark ettim. Hatta okuduğum otobiyografik romanlar arasında en iyisiydi desem yalan olmaz. Sürükleyici anlatımı otobiyografik bir roman olmasının verdiği heyecanla birleşince muhteşem bir deneyime dönüşüyordu.
Temel Eğitim Almadan Harvard ve Cambridge’e Gitmek
Dışarıya kapalı, inançlarına körü körüne bağlı ailelerden birini düşünün. Öyle ki inançlarına göre sütün günah sayılmasından dolayı evine süt bile sokmayan bir aile…Ya da çocuklarını okula göndermeyen ve hiçbir koşulda hastaneye gitmeyen bir aile…
Tara, altı kardeşi, annesi ve babası ile birlikte Idaho’nun dağlarındaki bir köyde normal karşılayabileceğimiz bir hayattan oldukça uzak bir yaşam sürüyor. Tara’nın babası “mormonluk” inacına sahip ve bu inanca sığınarak akıl almaz şeyler yaparak tüm aileyi etkiliyor. Aile okulu da hastaneyi de kabul etmiyor. Biri yaralandığında veya hasta olduğunda kendi yöntemleriyle tedavi ediyorlar. Okula inanmadıkları için Tara 17 yaşında kadar okula gidemiyor. Ama bu dönem Tara için, hayatının tepeden tırnağa değişeceği dönem oluyor. Buradan sonra Tara’nın çabası onu Harvard’dan Cambridge’e taşıyor. Nasıl oluyor da temel eğitimi bile almayan biri çok iyi eğitim seviyesine sahip olanların bile giremediği bu okullara kabul alıyor? Bir insan, doğduğu ailenin değerlerinden nasıl bu denli sıyrılabiliyor?
Hepimiz az veya çok doğduğumuz ailenin, çevrenin değerlerini taşıyoruz. Tabii farklı olan kısımlarımız var ancak tamamen değişmek çok büyük bir mesele… Tara bunun için “Kişinin ilk aldığı şekil, gerçek şekil midir?” diye soruyor. Daha sonra da değişmesine, gelişmesine ithafen “Ben buna eğitim diyorum.” diyerek cevabını da vermiş oluyor. Bir süre sonra eski hayatına dönüp bakan Tara “Şu an bana o kadar bariz görünüyor ki o zaman aksine niye inandığımı anlayamıyorum.” diyerek görüşlerini belirtiyor.
Bu soruların dışında Pınar Sabancı yazısında, böyle bir kitabı yazmanın ne kadar etik olduğunu da sorguluyor. Bu soru Talebe’yi okurken hiç aklıma gelmemişti. Gerçekten bir ailenin en derin sırlarını bütün dünyaya açmak -hem de onlardan izinsiz bir şekilde açmak- ne kadar etik? Bu soru sorulunca, ister istemez biyografi veya otobiyografi türleri üzerine düşünüyor insan. Bir kişiyi anlatmak için birçok kişinin hayatı herkesin gözleri önünde seriliyor. (Tabii ki izinli olanları bu kapsamın dışında bırakarak konuşmakta fayda var.)
Doğru ve Yanlış, İçinden Çıkılamayan Tanımlar
Genel bir doğru veya yanlış tanımı olsa da bu tanım kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Kişinin düşünceleri, inancı veya karakteri bir şeyin doğru veya yanlış olup olmadığı kararını etkileyen unsurlar arasındadır. Tara’nın babasında olduğu gibi… Sergilediği davranışlar ona saçma gelmiyor aksine doğru geliyor. Tara’nın babası gibi düşünen çok fazla insan olduğunu düşünürsek doğru ve yanlış tanımlarının içinden daha da çıkamaz hale geliyoruz.
Okurken düşündürecek, ufkunuzu açacak, belki de hayata bakış açınızda değişiklik yaratacak bir eser olan Tara Westover’ın “Talebe” isimli kitabını kesinlikle tavsiye ediyorum.
Yazının sonunda, okurken altını çizdiğim bir bölümü sizlere Tara’nın hayatına biraz olsun dahil olmanız için paylaşmak istiyorum: “Noel’de geldiğinde Sefiller diye bir kitap okuduğunu gördüm ve üniversitelilerin okuduğu türden bir şey olduğunu sanarak kendime de aldım. Tarih ya da edebiyat öğretir diye umuyordum ama öyle olmadı. Öğretemezdi çünkü ben kurmacayla gerçeği ayırt edemiyordum. Napolyon bana Jean Valjean’dan daha gerçek görünmüyordu. İkisini de o güne dek duymamıştım.”