Astrofizikçi Neil deGrasse Tyson ile yaptığı söyleşide ‘uzaylı medeniyetlerin şifreli mesajlar gönderiyor olabileceğini’ belirten Edward Snowden’a SETI’den cevap geldi.
ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı’nın (NSA) küresel casusluk skandalını ortaya çıkarmasının ardından Rusya’nın korumacılığı altında sürdürdüğü ‘internet konferansları’ serisine devam eden Snowden, Cosmos serisinin sunucusu Neil deGrasse Tyson ile gerçekleştirdiği söyleşinin ardından bilim insanlarının eleştirilerine hedef oldu.
‘Görevini tamamlamasının’ verdiği rahatlık ve ömür boyu garantilediği ilginin verdiği avantajla birçok alanda görüşlerini sunan Snowden, Tyson ile yaptığı podcast’te ‘uzaylıların gönderdiği şifreli mesajları anlamıyor olabileceğimizi’ söylemişti. Snowden, ‘gelişmiş medeniyetlerin gönderecekleri sinyalleri mutlaka şifreleyeceklerini, bu yüzden Dünya’ya gönderilen mesajları sıradan radyo sinyalleri sanacağımızı’ ileri sürmüştü.
Snowden, uzmanlık alanının verdiği görüşle ilgi çekici açıklamalar yapmış olsa da, birçok detayı da görmezden geldi. Dünya dışı yaşam araştırmalarına on yıllar harcayan gökbilimciler, Snowden’ın açıklamalarına yaptıkları yorumda, bu işin sadece şifreli mesajlarla açıklanamayacak kadar kapsamlı ve zorlu bir iş olduğunu hatırlattı.
Porto Riko’daki dev Arecibo gözlemevi ile yıllardır Dünya dışı yaşam izlerini araştıran SETI Enstitüsü, Snowden’ı ters köşe edecek bir cevap verdi: Uzaylıları bulmak için anlaşılır bir mesaj almamız gerekmiyor.
SETI Araştırma Merkezi Direktörü Seth Shostak, “Bir mesaj beklemiyoruz… Sadece uzayda bir yerde birilerinin vericisi (telsiz de diyebiliriz) olduğunu gösterecek bir sinyal tespit etmeye çalışıyoruz.”
‘Derdimiz bir sinyal yakalamak’
Livescience’a açıklama yapan Shostak’a göre, Snowden düşündüğü boyutta bir ‘veri deşifre etme işlemi’ uzaylı bulma çabasıyla doğrudan örtüşmüyor. Bugüne kadar uzaylılarla temas kurmak için uzaya gönderilen mesajlar da hep radyo sinyalleri aracılığıyla yapıldı. Sebep, radyonun uzaya mesaj göndermenin en kolay ve ucuz yolu olarak kabul edilmesi.
Dünyadaki en güçlü radyo teleskopları kullanan SETI’nin amacı da dar-bant sinyalleri yakalamak. Yani bant genişliği düşük olan, sadece uzayda bizden başka birilerinin de telsiz kullandığını anlamamıza yarayacak sinyaller. Shostak, uzayda birçok karmaşık olay ve gök cisminin fazlasıyla radyo gürültüsü çıkardığını, ancak dar-bant bir sinyalin bir vericiye işaret edeceğini belirtti.
Radyo sinyal frekansını sadece verinin geçebileceği kadar dar tutan yöntem sayesinde uzaylı vericinin izini bulabileceklerini söyleyen Shostak, “Eğer mesaj şifrelenmişse gürültüden farkı olmayacak ama yine de bir mesaj olduğu anlaşılacak” dedi.
Snowden, uzaylı medeniyetlerin arasında yaşanacak bir konuşmayı da yakalama şansımız olduğunu ancak çok iyi şifreleneceği için tespit edilmesinin mümkün olmayacağını savunmuştu.
Shostak ise eski istihbarat ajanının bu konuda yanıldığını, çünkü yıldız sistemleri arasında yapılacak yayınların bile insanların tespit edebileceği dar-bant sinyaller içereceğini söyledi.
‘Şifreli veya şifresiz çok zor’
SETI Enstitüsü Yıldızlararası Mesaj Kompozisyonu (Interstellar Message Composition)* araştırmacısı Doug Vakoch, ‘uzaylıların konuşmalarını dinleyip dinleyemeyecekleri konusunun tartışmaya açık olduğunu’ belirtti. SETI adına uzaylılarla nasıl konuşmamız gerektiğini belirleyecek isim olarak seçilen Vakoch, ‘Dünya dışı gezegenlere yönlendirilen mesajları tespit etmelerini sağlayacak teknolojinin henüz söz konusu olmadığını’ ifade etti.
Livescience’a açıklama yapan Vakoch, “Dünya’dan uzaya yayılan radyo ve televizyon sinyallerini bile bize en yakın yıldız sisteminde tespit edemeyiz” dedi. Vakoch’a göre Snowden bahsettiği teknoloji yüzlerce hatta binlerce yıl sonra gerçek olabilir. Dahası, uzaylılar arasındaki mesajlara gizlice kulak kabartmamız insanlığın başını derde sokabilir.
Snowden, tüm uzaylı medeniyetlerin belli bir teknolojik seviyeye ulaşmasının ardından mesajlarını mutlaka şifreleyeceğini de öne sürmüştü. Ancak Vakoch’a göre bu da gereksiz. Çünkü her ne kadar geçmişten günümüze uzaya sayısız sinyal saçmış olsak da, fiber optik ve telekomünikasyon uydularına dayanan iletişim ağına geçtiğimizde uzaya çok az ‘bilgi’ sızacak.
Vakoch, bizler gibi uzaylı bir medeniyeti keşfetmek isteyecek uzaylıların, bu amaç altında şifreli mesaj da göndermeyeceğini belirtti. Şifreli olsun olmasın, binlerce hatta milyonlarca yıl uzaydan gelen sinyalleri dinleyen ve sinyal gönderen bir medeniyetin, Kainatın sonsuzluğunda birilerine rastlaması yine de düşük bir olasılık.
Dünya’ya olan mesafesi Nisan 2015 itibariyle 108 AU (astronomik birim) olan Voyager 2 uzay aracı, üzerindeki plağı dinleyecek birilerine bu ‘kısa’ uzaklıkta ulaşmış değil. Doğal olarak onlarca ışık yılı uzaklıktaki medeniyetlerin daha hızlı ilerleyen radyo sinyalleri için de olasılık değil, şans daha önemli.
Aecibo mesajı
İnsanlığın uzaylılarla iletişim kurmak için aklına gelen yöntem, bugün sosyal medyadan adına aşına olduğumuz ‘direkt mesaj’ olarak belirdi. Doğrudan ilk mesajın gönderildiği yıl ise 1974 oldu.
Arecibo Gözlemevi tarafından 3 dakikada uzaya iletilen 1,679 bit’lik mesaj, 23 karakter içeren 73 satırlık bir şema ortaya çıkarıyordu. Atari oyunlarındaki görüntüleri anlatan mesaj, 1’den 10’a kadar olan sayıları, Dünya’daki yaşamın temel kaynağı olan elementlerin atomik numaralarını, DNA bilgileri, insanların görünümü, Güneş Sistemi’nin grafiğini ve Arecibo radyo teleskobunun görüntüsünü içeriyordu.
Vakoch, E.T’ye gönderilen mesajın titizlikle hazırlandığını belirtti. Örneğin, 1,679 sayısı sadece her ikisi de asal sayı olan 23 ve 73’ün çarpılmasıyla elde edilirken, iki sayı aynı zamanda mesajın boyutlarını temsil ediyordu. Böylece, E.T Dünyalıların matematikten anlayan akıllı yaratıklar olduğunu fark edecekti. Mesajın içeriğinin karmaşık gelmesi halinde, mesajdaki şekiller çözüm sunacaktı.
Vakoch, “Anti-kriptografi yapmak istedik… Amacımız kolayca deşifre edilen bir mesaj oluşturmaktı” dedi. Mesajın aynı zamanda uzaylılar tarafından incelenmeye uygun görünecek derecede karmaşa içerdiğini belirten Vakoch, Snowden’a dolaylı olarak teşekkür etti:
“Neil deGrasse Tyson ile Edward Snowden arasındaki fikir alışverişinin en güzel kısmı, bilgiyi neden ve nasıl kodladığımız konusunu gündeme getirmesi.”
Yaşamı nasıl bulacağız?
SETI, sadece dar-bant sinyalleri yakalamaya çalışmak yerine farklı yöntemler de deniyor. Bunlar arasında görünür spektrumda ışıkları ve daha uzun mesafeler kat edebilen kızılötesi ışınları tespit etmek var. Ancak radyo sinyalleri kovalamaktan çok daha pahalı yöntemler gerektiriyorlar. Ayrıca, radyo sinyallerine kıyasla ışık yıldızlararası toz nedeniyle bloke edilebiliyor.
Shostak’ın belirttiği ve on yıllardır denenen bir diğer yöntem, dış gezegenlerin atmosferlerini araştırmak. Son derece zor olan bu yöntem, biyolojik faaliyetlerle oluşabilen metan gibi gazların atmosferdeki varlığını ve yoğunluğunu bulmaya odaklanıyor. Ancak metan sadece canlı faaliyetlerle oluşmadığı gibi sonuçlar kesin olmuyor. Fosil yakıtlar Dünya’da büyük oranda insan eliyle atmosfere karışıyor. Ancak dış gezegenlerde klorofluorokarbonların (CFCs) atmosferdeki varlığını tespit etmek akıllı canlı bulunduğu anlamına gelmiyor.
Bir diğer daha iyi sonuç verebilecek yöntem, dış gezegenlerden yayılacak kızılötesi ışınları, yani ısıyı tespit etmek. Tahmin ettiğimiz gibi ağır sanayisi bizden birkaç trilyon kat gelişmiş bir medeniyetin, çok daha fazla ısı oluşturması da kaçınılmaz. Tabii ısıyı etkisiz kılacak yöntemler de bulmadılarsa. Shostak buna rağmen, insanlığın mevcut teknolojiyle çok yüksek miktarda ısı tespit edemeyeceğini not düştü.
Geriye, her zamanki istatistikler kalıyor. Mesela, sadece Samanyolu’nda en az 100 milyar dünya benzeri gezegen olabileceği gibi. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde en son yayımlanan bir araştırmada, Samanyolu’ndaki yıldızların yüzde 22’sinin Dünya büyüklüğünde gezegene sahip olduğu ileri sürüldü.
Shostak’ın istatistiklere yaklaşımı ise oldukça mantıklı: Bu sayılar size antenlerinizi nereye çevirmeniz gerektiğini söylemiyor. Hayat her yerde olabilir. Shostak, “Bulacağımız ilk Dünya dışı akıllı varlık, bulmayı beklediğinizden farklı olabilir… Bu imkansız değil” diyerek hayal gücümüzü daima yüksek tutmamız gerektiğini hatırlatıyor.