Pazar, Aralık 22, 2024
More

    Sinema tarihinin Oscar kazanmış en başarılı üç savaş filmi

    Neden en çok Oscar kazanan filmler genelde savaş filmleridir? Bunu cevabını kısaca şöyle verebiliriz: Çünkü her türlü duyguyu barındırdıkları gibi, insanlar arası etkileşimi en yüksek tutan olayı, yani savaşı gözler önüne sererler.

    Peki en iyi savaş filmleri nasıl çekilir? Ortak özellikleri nelerdir? Bunu değerlendirmek için sırasıyla en çok Oscar kazanan savaş filmleri arasından tanesini kaleme almak istiyorum: Saving Private Ryan (Er Ryan’ı Kurtarmak-1998), Gladiator (Gladyatör-2000) ve Glory(1989-Zafer).

    ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ ve ‘Gladyatör’ beş, ‘Glory’ ise üç Oscar ödülü kazanmıştır. Temsil ettikleri savaş, dram, tarih ve aksiyon dallarını çok iyi besleyen benzer bir kurguya sahip olan bu üç yapım, çekildikleri dönemin en akılda kalan filmleri arasında yer edindi.

    I – Zafer

    Orijinal adıyla Glory, 1989 senesi için oldukça yüksek bir bütçeyle, 18 milyon dolar harcanarak çekildi. Film, Amerikan İç Savaşı’nın korkunç yüzünü çok farklı bir karakterin başrolünde yer aldığı konu üzerinden anlatır. 1861 senesinde başlayan savaşın üçüncü senesinde, Amerikan Ordusu (Union Army) asker takviyesi sağlamak için siyahi birlikler kurulmasına karar verir. Bu birliklerden ilki olan 54’üncü Massachusetts, henüz 23 yaşında olan Albay Robert Gould Shaw’a devredilir. Shaw (Matthew Broderick), askerlerine sadık ve onlarla zafere hizmet etmek isteyen biraz saf ve gururlu bir gençtir. Beyaz generallerin uşağı gibi kullandırılan birliğini kendi çabasıyla savaşa sokar. Cesurca mücadelelerin ardından sıra, karadan saldırının çok zor olduğu kıyıda konumlanmış Wagner kalesine gelir. Tüm yürekleri ile kaleye saldıran 54. Massachusetts, Konfederasyon askerlerinin karşısında (Confederate Army) kıyıma uğrar. Shaw filmde sahnelendiği kadar olduğu şüpheli olsa da, kahramanca ölür ve asiler tarafından askerleri ile beraber toplu mezara gömülür.

    Filmlerin en önemli anlarından biri olan başlangıç sahnesi, Union ordusunun gün ağarırken gösterilen görüntüleri ile başlar. Yığınla asker, top, çadır ve günlük askeri hayatın karmaşası, insanı tedirgin eden bir ortamı gözler önüne sermektedir. İlk görüntüsünde askeri birliğinin başında beliren Shaw ise annesine yazdığı mektuplar ile genel durumdan söz etmekte ve düşüncelerini aktarmaktadır. Siyahî köleler hakkında, daha şiirleri yazılmamış kadın ve erkekler için savaştıklarını söyler. Ülkelerinin devrim savaşından farklı olarak tek bir ülke haline getirilmesi gerektiğini belirtir. Gece yağan yağmurun altında yazdığı mektupta ise yeni bir yenilgi haberi aldıklarını, ancak cesaretini koruduğunu ve orduda bulunmaktan ne kadar gurur duyduğundan bahseder… Sabah olduğunda ise Union ordusu uzun bir hat halinde savaş alanına girmektedir. Karşılarında savunma hattı kurmuş olan Konfederasyon ordusu bulunmaktadır (Filmde ilk savaş sahnesini konu alan Antietam Muharenesi, 1863 yılına kadar Konfederasyon’un benimsediği savunma taktiğini yansıtan ana önemli çarpışmalardan biridir).

    Tek çaresi olan Union hattı, tek bir kurşun sıkabilmek için askerlerin top ateşine karşı yüzlerce metre omuz omuza yürüdüğü bu savaşta düşmana karşı ilerlemeye başlar. İç savaşın en berbat yüzünü ortaya koyan sahnelerden biri de başlamış olur. Kesilmeksizin gelen top ve tüfek ateşi altında kıyıma uğrayan Union hattı önündeki Shaw, çaresiz bir şekilde ilerlemeye çalışmaktadır. Önünde bulunan diğer subayın top ateşinde kafasının patlaması ile ayakta kalabilen askerler de son sürat kaçmaya başlarlar. Kulakları duymayan Shaw yere düşer ve gözlerini kapayarak bu dehşet sahnesinden kaçmaya çalışır…

    Çatışmanın ardından siyahî adamlar ölüleri taşımaktadır. Bunlardan biri olan ‘Çavuş Rawlins’ (Morgan Freeman) ayakkabısı ile yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için Shaw’un eline dokunur. Kafasını kaldıran Shaw, güneşin yüzünü belirsiz kıldığı bir surata bakar. Rawlins kafasını oynatarak güneşi hasır şapkasının arkasına koyar ve suratı belirir. Shaw bu etkileyici sahnede, ileride başına geçeceği birliğin askerlerinden birine bakıyordur.

    Farklı karakterlerin birlikten doğan uyumu 

    İç Savaş hakkında genel bir değerlendirme yapan ilk sahnelerin ardından, Shaw siyahî birliğin başına getirilir. Savaş ortamı içerisinde o zamana dek sadece kölelik yapmış olan ve sürekli ikinci plana atılan siyahiler, soru işaretleri içerisinde filme dahil olurlar. Üstüne üstlük, her birinin Shaw’a önemli etkisi olduğu iki karakter ortaya çıkar. İlki Shaw’un çocukluk arkadaşı Onbaşı Searles, diğeri ise aşırı asi ve duygusal er Trip’tir (Denzel Washington). Ayrıca birliğin binbaşısı olan Forbes da (Testere serisinin ilkinde ayağını kesen doktor, Cary Elwes) sürekli ön plandadır. Shaw, ırk çatışmasının çok iyi bir şekilde anlatıldığı filmde beyaz-siyah kavgası arasında kalır. Filmin ikinci çatışma sahnesine gelinirken savaş bir kenarda, ırk ve gurur çatışması da başlar. İlk olarak siyah birliğe ödenen paranın beyazlardan az olmasını hazmedemeyen Trip, ayaklanma çıkarır. Ardından yüzbaşı sıfatına uyum sağlamak isterken karakter sorunu yaşayan Shaw, çocukluk arkadaşı ve oldukça da çocuksu olan Searles’a çok sert davranmaktadır. Bu esnada Binbaşı Forbes’la tartışmalar yaşar. En önemli olay ise Trip’in ayakkabı bulmak için firar etmesi, Shaw’un ise yakalandığında onu kırbaç cezasına çarptırmasıdır.

    Shaw, tamamen ayak işlerinde kullanılan birliğini savaşa sokabilmek için general ile konuşur. Çocuksu hali nedeniyle dikkate alınmayan Shaw, generalin pisliklerini suratına vurarak yaptığı tehdit ile savaşma şansını kazanır. İyice olgunlaşmakta olan ve birliğinin ayakkabısından tüfeğine kadar her şeyini sağlamak için önüne gelenle kavga eden Shaw, hakkını savunmak için savaşmasını öğrenen bir karakteri sunmaktadır izleyiciye. Filmdeki ikinci çatışma sahnesi yakın dövüş içermektedir ve oldukça iyi çekilmiştir. Searles vurulur, Shaw onun yaralı halini gördükten sonra ilişkileri yeni bir boyut kazanır. Trip ise rahat durmamaktadır, tükenmeyen öfkesini kampta Searles’tan çıkarmaya çalışır. Kavga edeceklerken Çavuş Rawlins araya girer ve Trip’e bir ‘zenci’ ile bir ‘siyah’ın arasındaki farkı belirten unutulmaz bir konuşma yapar…

    Gururla yoluna devam eden 54’üncü Massachusetts, kritik bir nokta olan Wagner kalesini karşısına alır. Shaw, birliğinin saldırıda öncü olması için gönüllü olur. Tüm birlik karşılaşacakları sahneden haberdar kendini hazırlar, hep beraber şarkı söylenir. Saldırı gecesi Shaw ve birliği kale duvarına dayanır. Son sözleri olarak bilinen, “İleri 54!” diye bağırdıktan sonra doğrulan Shaw, tarihin dediğine göre kalbinden tek kurşunla, filmde ise ilki karnından (ki bu can alıcı noktanın askerlerinin üzerindeki tesirine dikkat çekilmektedir), sonra da göğsünden iki kurşunla vurularak kahramanca hayatını kaybeder. Askerlerinin birçoğu da ardından onu izler.

    Savaşın ertesindeki sahnede havada süzülen kuşların altında yatan yığınla ceset görülür. Ardından sancağa Konfederasyon bayrağı çekilir, kamera aşağı iner, yan yana dizilmiş yüzlerce siyahî askeri gösterir. Shaw en baştadır, kazılan çukurda askerlerinin arasına atılır, görüntü yavaşça kararır…

    Wagner kalesi saldırısı, strateji ve teknolojinin piyadeler için çok kıt olduğu Amerikan İç Savaşı şartlarında tam bir kıyıma yol açmıştır. 18 Temmuz 1863 gecesi yapılan saldırı, bir nevi İsyancıların (Confederates) iki hafta önce Gettsyburg’da yaşadığı “Pickett’ın Saldırısına” çok benzemektedir. O saldırıda 10 binin üzerinde isyancıya karşılık 1.500 ‘yanki’ ölürken, Shaw’un saldırısında 1.500’den fazla Union askerine karşılık sadece 36 asi hayatını kaybetmiştir.

    II – Er Ryan’ı Kurtarmak

    Er Ryan’ı Kurtarmak filmi, bir gazinin Normandiya çıkarmasında ölenlerin yattığı mezarlıktaki görüntüleri ile başlar. Paraşütçü olan bu gazinin hayatı, o çıkarmada mucizevî şekilde kurtulan bir başka asker tarafından (ana karakter) kurtarılacaktır. Gazinin ağlamaklı gözleri ile can alıcı başlangıç sahnesi hız kazanır. Sinema tarihinin gördüğü en çarpıcı savaş sahnelerinden biri ile Er Ryan’ı Kurtarmak filmi farkını hemen ortaya koyar. Savaşın tüyler ürperten gerçeklerini sağlamak için birçok çarpıcı sahne kullanılır. Çıkarma gemisinde kurşuna dizilen askerler, bilinçsiz bir şekilde kopan kolunu arayan ve bağırsaklarını eliyle bastırırken ‘Anne!’ diye haykıran asker bunlardan birkaçı (İkinci Dünya Savaşında ölmekte olan birçok asker ya annesini, ya da sevgilisinin ismini sayıklarmış). Glory filmindeki ilk savaş sahnesinde de top ateşine maruz kalan piyadeler ile bacağı kopmuş halde geri geri sürünen askerin görüntüsü, bu amacı taşımaktadır.

    Ryan’ın kurtarılma emrini alan Yüzbaşı Miller’ın (Tom Hanks) durumu da Shaw’dan pek farklı değildir. Her biri farklı bir karakter çizen 7 kişilik bir ekibin lideri olan Miller, hem onları savaşa sokmak zorundadır, hem de belirlenen amaç içersinde aralarındaki her sorunu önlemelidir. 8 kişilik ekip ilk olarak Er Caparzo’yu (Vin Diesel) kaybeder. Duygu seli, yağmur altında ailesine yazdığı mektubu kan kaybederken arkadaşlarına uzatmak isteyen Caparzo’nun görüntüsü ile başlar. Ardından o gece konakladıkları kilisede Caparzo’nun mektubunu temize çekmeye çalışan sıhhiye eri Wade, arkadaşlarına oldukça duygulu bir şekilde annesini anlatır. Bir sonraki sahnede ölecek olan da odur.

    Bu sahnenin öncesinde, ekip bir grup Alman askeri ile burun buruna gelir. Silah bırakmaları için birbirine bağıran askerler arasından korkudan kekeleyen Er Mellish, aynı lafı tekrarlayıp duran Er Reiben ve o gürültü içinde sesi duyulmamasına rağmen Almanca uyarı yapmaya çalışan ekibin en safı Onbaşı Upham, trajikomik bir görüntü oluştururlar.

    Bu olayı kazasız atlatan ekip bir sonraki çatışmada sıhhiyeci Wade’i kaybeder. Yine dakikalar süren bir duygu seli ile Wade’in ölümü izlenir. Yüzbaşı Miller bu sefer Wade’e ait olan mektubunu eline alır ve gözyaşlarına boğulur. Çatışma sahnesi ise başarılıdır, özellikle Upham’ın dürbününden izlenen sahneler filme etkileyici bir hava katar. Wade’in ölümünden sonra Er Reiben isyan bayrağını çeker. Miller’ın gözüne girme çabası olan ve sadıklığından ödün vermeyen Çavuş Horvath ile kavga etmeye başlarlar. Upham kız gibi Miller’a dert yanar. Bu aile kavgası çapındaki olay yine duygusal bir şekilde, Yüzbaşı Miller’ın okul öğretmenliği anılarını anlatması ile son bulur.

    Savaştan çok insanı anlatan bir hikaye

    Ekip Ryan’ı bulur. Savaşı bırakmayı reddeden Ryan’a, Er Reiben onun için iki arkadaşlarını kaybettiklerini söyleyerek öfkeyle karşı çıkar. Burada izleyici yine kalbinden vurulur. Ryan ekibe katılır. Son sahnenin vakti gelmiştir. Kasabadaki çatışma sahnesi yaklaşık yarım saat sürmesi ile filmin başında olduğu gibi izleyici sahneye kitler. Teker teker tüm karakterler ölmektedir. Yüzbaşı Miller ise Wade’in ölümünden sorumlu olan ve gitmesine izin verdiği Alman askerinin(yerlerini bildiren) kurşunu ile ölür. Bu ‘etkileyici’ detayın yanı sıra, Yahudi olan Mellish bir Alman askeri ile boğuşurken göğsüne yavaşça saplanan bıçak ile hayatını kaybeder. Asıl ekipten Upham ve Reiden ise hayatta kalmayı başarır.

    Er Ryan’ı Kurtarmak bir olay filmi olmaktan çok, savaşa dair sahnelerdeki isimsiz onca askeri karakterleri ve yaşadıkları ile öne çıkartarak izleyicinin gözünde çok önemli bir yer edinmeyi başarmıştır. Çıkış noktası ise yarı kurgu denilebilir. İkinci Dünya Savaşı’nda ölen beş kardeş, USS Juneau’da görev yaparken hayatını kaybeden Sullivan kardeşlerdir. Ancak Er Ryan’ı Kurtarmak, üç kardeşi (Robert, Preston ve Edward) öldükten sonra eve dönüş emri alan Fritz’in temsil ettiği Niland’lara dayanır. Öldüğü sanılan kardeşlerden Edward, Burma’daki bir Japon kampından kaçmayı başararak Fritz’in ardından evine dönmüştür.

    III – Gladyatör

    Gladyatör, ilk iki film ile geçtiği dönem açısından kıyaslanamayacak olsa da, muhteşem kurgusuyla sinema tarihinin bir diğer unutulmaz savaş filmlerinden biri. Tabii ki bir macera ve dram olduğu da şüphe götürmez. En bayıldığımız ve içimizde barınan süper asi ve süper gururlu karakterin, en aşağılık ve güçlü zorbaya karşı verdiği ‘bireysel’ mücadelenin öyküsüdür. Onca karakter, zaman ve yer içeren film, iyiler ile kötülerin savaşını farklı bir açıdan harika bir biçimde ele almaktadır. Kötüler etraflarına topladıkları güç ile sahte tahtlarında otururlar, ancak iyiler ne kadar uzak kalsalar da birbirlerinden kopmaz, liderin peşinden giderler.

    Filmin başında Maximus (Russell Crowe), savaş alanında evinin özlemi ile ekinlerinin üzerinde ellerini gezdirmektedir. Gözlerini açıp hayalinden sıyrılan Maximus, kameraya dalgın gözleri ve yorgun suratı ile kendini tanıtır. Savaştan tamamen bağımsız küçük bir kuşun dalından kanatlanıp gitmesini gülümseyerek seyreder. Ardından görkemli Roma ordusunun düzenli hatlar halinde sıralandığı savaş alanına gelir. Askerleri ile selamlaşır, yardımcısı ile olan kısa diyalogda, kararları ile soğukkanlılığını gösterir. Ardından süvari birliğinin başına geçer ve savaşa hazırlanır. Filmin ilk savaş sahnesinde seyirci Roma ordusunun mancınıkta ne kadar gelişmiş olduğuna tanık olmakla beraber, az rastlanan bir yakın dövüş sahnesine de izlemiş olur. Kahramanca dövüşen ve savaşı kazanan Maximus, artık evine dönmeyi istemektedir.

    Farklı karakterlerin çatışması yine dorukta

    Gladyatör, filmde önemli yer tutan birçok karakter içermektedir. Bunlardan bazıları Maximus’un safında iken, bazıları babasını alçakça öldüren Commodus’un safındadır. Bazı karakterler ise iki karakterin arasında sıkışmıştır. Filmin önde gelen iki karakterinin hayatları ilk başta ayrılmakta, sonradan ise tekrar karşı karşıya gelmektedir. Tüm olay bu iki zıt karakterin ayakta kalma mücadelesi içersinde geçer. Hal böyle olunca, diğer karakterler de kendilerini bu düzene sokmak zorunda kalırlar. Bu alışa gelmemiş tarzı ile müthiş uyumu, Gladyatör’ü birçok filmden ayrı tutmaktadır.

    Maximus, bir gece içinde Roma’nın tacını giymemiş İmparatoru sıfatını yitirir, zorba Commodus’un elini reddeder ve tutsak edildiği ölümden yine kendi çabası ile kurtulur. Ancak ölümden kurtaramadığı ailesi bu yiğit adamın intikam gücünü kamçılayan bir unsur olarak filmde birkaç dakika belirip yok olur. Bir anda kuralları ve şartları çizilmiş bir dünyada değersiz bir köleye dönen Maximus, kendini Roma İmpratorluğu’nun bambaşka bir köşesinde bulur. Bu esnada Roma’da, onun varlığından habersiz Commodus, kendisinden rahatsız olanlar ile faydalanmak isteyenlerin arasında İmparatorluk rolü oynamaktadır. Babasının ölümünü anmak için düzenlediği oyunlarda karşısına çıkaracağı gladyatörlerden biri Maximus olacaktır ve filmin ortasındaki, ikinci önemli dövüş sahnesine zemin hazırlanır. Gladyatörler arasında lider konumuna yükselen Maximus, arkadaşları ile ölümleri kesin gözüken bir yarışa sokulurlar. Maximus’un önderliğinde müthiş bir mücadele örneği verirler ve rakiplerini alt ederler. Maximus’un hayatta olduğunun ortaya çıkması ile dengeler tekrar alt üst olur. Aşağılık olduğu kadar kurnaz olan Commodus akıllıca ölüm taktikleri uygulamaya başlar. Ancak ölmeye direnen Maximus her dövüşü aşarak Commodus’a iyice yaklaşmaktadır. Commodus, zekâsını arkasında yürütülen oyunları çözmekte kullanır ve Maximus’u kuralları kendisinin belirlediği son bir dövüşe zorlar. Maximus son sahnede yaralı olduğu halde Commodus’u öldürür, ardından da kendisi de arenaya yığılır ve ailesine ulaşır…

    Karakter değişimleri ve güç kavgaları bitmiyor

    Filmin akıcılığı içerisindeki etkileyici diğer bir unsuru, karakterlerin arasındaki etkileyici diyaloglardır. Bu diyaloglar arkadaşlık, nefret, intikam ve özlem gibi birçok duyguyu içerir. Özellikle Marcus Aurelius’un ölmeden önce Maximus’la bir baba-oğul gibi geçen diyalogunun ardından, alçak oğlu Commodus tarafından öldürülmesi, duygu akışının çok değişken olduğu filmde oldukça etkileyici sahnelerdir.

    Ayrıca Maximus’un değişen bir karakter sergilediği görülür. General iken Roma’ya sadık bir asker olan Maximus, köle düştüğünde dövüşmeyi reddedecek kadar gururlu, gladyatör olduğunda ise omzundaki lejyon simgesi harfleri taşıyan derisini kesip atacak kadar nefret doludur. Onun bu hali, bir zorbaya karşı kendisine verilen sözü tutmaya çalışırken tek başına ayakta kalmaya çabalayan birinin en etkileyici hikâyelerinden birini oluşturur. İyi ile kötü arasındaki yazgının en güzel anlatımlarından biri olarak sinema tarihindeki yerini alır Gladyatör.

    Glory tamamen tarihi gerçeklere dayanırken, Gladyatör de Er Ryan’ı Kurtarmak gibi yarı kurgudur. Roma’nın en ünlü imparatorlarından biri olan Marcus Aurelius’un oğlu olan Commodus, babasının ölümünün ardından imparatorluğu 13 yıl yönetmiş, halkın açlık ve hastalıkla boğuştuğu yıllarda yönetimi birbirine düşen çocukluk arkadaşlarına bırakarak vaktinin büyük kısmını Kolezyum’da gladyatör dövüşleri yaparak geçirmiştir. Birçok erdemden sıyrılmış bir karakter olan Commodus, arenadaki tüm rakiplerini ellerine zorla tutuşturulan sahte kılıçlar kullandıkları için alt edebilmiştir. Bunu nihayetinde fark eden dövüş hocası ve eski bir gladyatör olan Narcissus, öfkesinin taştığı bir gün Commodus’u öldürür…

    Gladyatör’ün en etkileyici sahnesi belki de Commodus’un (Joaquin Phoenix), babası Marcus Aurelius (Richard Harris) ile yaptığı son konuşmadır. Bu sahnede, günlük hayatında gayet utanmaz ve yapmacık olan bir karakter, tamamen dürüst bir kişiliğe bürünerek babasına neden ondan farklı ve kim olduğunu anlatır. Nihayetinde, babası ile yolları kesişmeyecektir.

    Üç filmin taşıdığı ortak özellikler

    1- Filmlerin başında ana karakterlerden biri ile filmin genel atmosferi bir arada sunuluyor.
    2- Filmlerin başlangıcında ana karakterin de içinde bulunduğu bir savaş sahnesi var.
    3- Her filmde, filmin başına, ortasına ve sonuna yerleştirilmiş üç savaş/dövüş sahnesi var.
    4- Her karakter lider konumunda. Çevrelerindeki insanları birçok defa onlar yönetiyor.
    5- Duygusal tema ön planda. Savaş dışındaki sahnelerde genelde ölüm, keder, karakterler arası çatışmalar ve duygusal diyaloglar var.
    6- Sınıf, ırk, rütbe farkları arasındaki mücadele gözler önüne seriliyor.
    7- Ana karakterlerin kişilik çatışmasına yer veriliyor.
    8- Savaş sahnelerinden en az ikisi on dakikadan daha fazla sürüyor. Gladyatörde ise kısa ama tam 5 dövüş sahnesi bulunuyor.
    9- Filmlerde yıldız oyuncu sayısı ikiyi geçmiyor, gerçeğe uygun olması için doğal karakterler seçiliyor.
    10- Filmler efsane değil, gerçeklerden alınma. Ana karakter doğallığından uzaklaştırılmıyor, öyküsü ile karakteri çok iyi uyuşturuluyor.

    Not: Bu yazı “Kapitalizm vs. İnsanlık” adlı yazı arşivimden derlenmiştir. 

    EN COK OKUNANLAR

    İlgili Makaleler