Avrupa’nın kaderini belirleyen en önemli savaşlardan biri olan Waterloo’nun 200’üncü yıldönümü, Napolyon’un kendi sonunu nasıl getirdiğini hatırlamak için iyi bir fırsat.
İkinci Dünya Savaşı ve Hitler ile bir nevi bloke edilen dünya tarihinin geçmişine detaylı bakabilmek, tarih boyunca hırsına esir olmuş ‘liderlerin’ insanlığa neler çektirdiğine ve kapanması neredeyse mümkün olmayan ne yaralar açtıklarını görmeyi sağlıyor.
François-René de Chateaubriand’ın ‘Mezar Ötesi Anılar’ adlı eserinin bir kısmını oluşturan ve Napolyon Bonaparte’ın askeri ve siyasi hayatını anlatan kitabını okumak, bana uzak kaldığımız geçmişi anlamak için en iyi fırsatlardan birini sunmuştu. 18 ve 19’uncu yüzyılda Fransa’nın en büyük yazarlarından biri kabul edilen Chateaubriand’ın yalın anlatımı, erdemleri ve karakterinden sıyrılmış insanların kaç milyonun canına kıydığını ve askerlerini şanı ve hırsı için umursamazca harcayan Napolyon’un kim olduğunu harika anlatıyor.
Avrupa’nın, özellikle tarlalarında kadınların çalışmak zorunda kaldığı Fransa’nın savaş alanlarına asker kusmayı bir süreliğine de olsa kesmesini ve bir diktatörden kurtulmasını sağlayan Waterloo Savaşı, birçoğumuzun okuduğu ‘Yıldızın Parladığı Anlar’ kitabıyla aklımızda yer edindi.
Stefan Zweig, savaşın kaybedilmesini Mareşal Grouchy’nin savaşa geç kalması olarak özetler. Grouchy’nin savaşın gidişatını direkt etkileyebilecek müdahaleyi yapamaması büyük bir etken olsa da, Napolyon’un aslında kendi kaderini çizdiğini söylemek daha doğru olabilir.
Demir kafes içinde getireceğine yemin etmişti
Chateaubriand’ın kitabından kısa bilgilerle savaşın öncesinde değinmekte yarar var:
Moskova’nın yakılmasının ardından kara kışa tutularak 500 binin üzerindeki kuvvetinden en az 300 bin asker kaybeden ve bir kızağa atlayarak ordusu terk eden Napolyon, müttefik kuvvetlerin Paris’e ilerleyişini engellemek için 16-19 Ekim’de Leipzig Savaşı’nı verdi. Emrindeki Saksonya ve Württemberg’li kıtaların müttefiklerin safına geçmesi, imparatordan kurtulmak için deliren Avrupa’nın Napolyon’u yenmesinde büyük rol oynadı. Geri çekilen Napolyon, Çar Alexander önderliğindeki müttefiklerin Paris’e girmesinin ardından 2 Nisan 1814’te Kral XVIII. Louis’in meşru hükümeti tarafından imparatorluktan alındı.
Kendine ait Elbe adasına giden Napolyon, tüm ordu ve bakanlar krala sadakat yemini ettikten sonra sadık 400 askeriyle 26 Şubat 1815 gecesi yeniden karaya çıktı. Kendisi, imparatorluk unvanının alınması kararının ardından ‘Fransızlar uğrunda her şeyini, hatta hayatını bile feda etmeye hazır olduğu için kendisi ve varisleri adına Fransa ve İtalya tahtından vazgeçtiğini’ bildirmişti.
Karaya çıkmasının ardından krala biat eden asker ve vilayetlerin neredeyse tümü, bir anda çark etti. Kıtalarını Napolyon’a karşı tahrik eden Mareşal Soult, Waterloo’da ordunun idari komutanı olurken, imparatoru demir kafes içinde Paris’e getireceğini söyleyen Mareşal Ney, tüm askerleriyle Napolyon’a katıldı. XVIII. Louis ise 16 Mart’ta ‘Fransa’yı savunurken can vermekten daha iyi bir şekilde hayatını kaybedemeyeceğini söyledikten’ kısa süre sonra bakanlarıyla birlikte (Chateaubriand da aralarındaydı) Gand’a kaçtı.
Elbe adasına linç edilmemek için kılık değiştirerek ve yalnız kaldığı anlarda ağlayarak giden Napoleon, sadece üç ay içinde 400 binden fazla askerin temsil ettiği kuvvetin başına geçti. Cannes’dan hareket ettiğinde, Paris’te bir kişinin bile kanını dökmeyen Alexander, Avrupa’yı birleşmeye çağırdı ve ordusuna haber gönderdi. Napolyon, 12 Haziran’da Paris’ten çıktı ve iki gün sonra Waterloo’ya ulaştı.
İngiliz birlikleri ve Prusyalıların birleşeceği Belçika’da verilecek savaş, Napolyon için müttefiklerin direnişini kırmak için en büyük fırsattı. Yani, onu demir kafes içinde Paris’e getirmeye yemin eden Ney’in ellerine bırakılan savaş.
Savaş öncesi kritik öneriyi reddetti
Wikipedia başta olmak üzere birçok kaynakta savaşan tarafların asker ve top sayısı arasında büyük farklılıklar var. Ancak Reddit’te kitaplara dayanarak iyi bir özet geçen ‘assorted_pastry’nin verdiği bilgileri kullanabiliriz.
Napolyon’un elinde süvari ve piyadeden oluşan 124 bin kişilik bir kuvvet olduğu kabul ediliyor. Top ve süvari sayısı yetersiz olsa da, Napolyon’un umursamadan asker harcayarak kazandığı savaşlar için yeterli sayı mevcuttu. Yine de asıl sorun bu değildi. Mısır’dan Rusya’ya kadar savaşmış İmparatorluk Muhafızları ve diğer kıdemli birlikler eski hallerinden çok uzaktı.
Wellington Dükü Arthur Wellesley’in biyografisini yazan Richard Holmes’un kitabında belirttiği gibi, “Napolyon’un ordusu, eski ordularındaki özünden gelen birliği ve kalıcı kuvveti sergilemiyordu.”
Ordunun büyük kısmı dağınık halde Waterloo’ya ulaşan birliklerden gelmiş, ordunun binlercesi acemi askerlerden ve Bonaparte taraftarlarından kurulmuştu. Dahası, Napolyon’un Rusya seferinde öne çıkan (başını dakikalarca bir topa dayayarak durmasına neden olan) hastalığı nüksetmiş, atı üzerinde Caesar gibi ordunun bir ucundan diğer ucuna koşturan imparatordan neredeyse eser kalmamıştı.
Napolyon’un biyografisini yazan David Chandler, ‘Napolyon’un zihinsel ve fiziksel yorgunluğuna rağmen kibirliliği ve aşırı güveninden bir şey kaybetmediğini’ belirtmişti. Napolyon, savaştan önce güvendiği komutanlardan Mareşal Soult’a, “Wellington tarafından yenildiğiniz için onun iyi bir general olduğunu düşünüyorsunuz. Ben Wellington’ın kötü bir general, İngilizlerin kötü askerler olduğunu ve bu çatışmanın kahvaltıdan farksız olacağını söylüyorum” demişti.
Peki savaş alanına gittiği generaller kimlerdi? Mareşal Ney’in dışında neredeyse kıdemli bir ismin olmadığı Fransız ordusunda, yeminlerinden dönmeyerek Paris’te kalan mareşaller Marmont, Victor ve Augereau yoktu.
Mareşal Soult, Napolyon’un ilk mareşali Berthier’in yerini doldurmakla görevlendirilmişti (Berthier savaştan önce Bavyera’da öldü). Soult, binbaşı olarak yer aldığı Waterloo için biçilmiş kaftan değildi. Savaş sabahı kahvaltıda, Mareşal Grouchy’nin ana kuvvetlere katılmasını önermişti. Belki de savaşın sonucunu değiştirecek bu önerisine cevap olarak, Napolyon’dan rakibini küçük gören yukarıdaki cevabı almıştı.
Grouchy ve çiftlik evi
Waterloo’dan bir gün önce Quatre Bras Savaşı’nda İngilizleri geri çekilmeye zorlayan Napolyon, arazi yapısının daha zor olduğu Waterloo’da Wellington’ı çok daha iyi mevzilenmiş bir şekilde buldu. Napolyon’un amacı, her zaman yaptığı şeyi yaparak düşmanı yakalamak ve yok etmekti. Bu şekilde, Prusyalı General Blücher’in 116 bin kişilik kuvvetiyle İngilizlerin bağlantısını kesmek istiyordu. Bu görev, Chateaubriand’a göre 36 bin kişilik kuvveti olan Grouchy’e verilmişti.
Wellington’ın 114 bin kişi olarak kabul edilen ordusu, İrlandalı ve İskoçların da yer aldığı Britanyalılar; Hollandalı ve Belçikalılar ve Almanlardan oluşuyordu. Napolyon’un ordusu gibi karışık kıtalar ve kıdemsiz askerlerden dolu olsa da, Hannibal’ın orduları gibi birçok dilin konuşulduğu ve daha kararlı olan kuvvetleri temsil ediyordu.
Wellington, ordusuna siper olan vadideki Hougoumont şatosu ve La Haye Sainte ile Papelotte çiftliklerine askerlerini mevzilendirirken, arkada kalan yamaçta kuvvetlerinin geri kalanını yığdı. Güçsüz bıraktığı sol kanadı Blücher’in desteklemesini ümit ediyordu.
Islak zeminde toplarını yerleştirmeden savaşa başlamak istemeyen Napolyon, tüm hesabını Grouchy’nin Prusyalıları en az akşama kadar oyalayacağını düşünerek yapmış ve askeri dehasından fazlasıyla ödün vermişti. Top desteğine fazlasıyla düşkün olan Napolyon, öğlene doğru saldırıya geçti.
Stratejik önemi büyük olan La Haye Sainte’nin ele geçirilmesini emrettiği Ney, bunu başaramadığı gibi piyade desteği olmadan düzenlediği süvari hücumuyla ordunun ciddi güç kaybetmesine neden oldu. Akşama kadar La Haye Sainte’e iki saldırı düzenleyen Fransızlar, mühimmatları bittiği için geri çekildi.
Savaşı belirleyen saldırı, Muhafız Kıtası’nın İngiliz birliklerinin üzerine yürümesiydi. Güçlü savunmaya karşılık veren Fransızlar dirense de tutunamadı. Bir an için Grouchy olduğu sanılan Blücher, Napolyon’un bitirici darbeyi vurmasını umduğu kıtalarını dağıttı. Grouchy, Prusyalıları geride bırakıp savaştan kopmuştu.
‘Kendimi İngilizlere teslim ediyorum’
Savaştaki kayıpların ne olduğu yine belirsizliğini koruyan bir detay. Fransızların 25 bin ölü ve 8 bin esir verdiği, Wellington’ın ise 15 bin asker kaybettiği kabul ediliyor. Chateaubriand’a göre, Fransızlar 25 bin, İngilizler 18 bin asker kaybetti.
Savaşın ardından Wellington’ın “Nasıl savaş kaybedilir biliyorum ama hiçbir şey bir insanın bu kadar arkadaşını kaybetmesi pahasına savaş kazanmasından daha acı verici olamaz” dediği bilinir.
Chateaubriand bunu doğrular. Verdiği bilgiye göre Wellington’ın 200 subayı ölmüştür ve neredeyse hiç yaveri kalmamıştır.
Napolyon’a gelince, bir an özgüvenin verdiği inançla yenilgiyi kabul edemeyen imparator atına atlayıp savaş alanından kaçar. Rochefort’a çekilir, ardından İngilizlerin himayesinde Saint Helena adasına gitmeyi kabul eder.
Napolyon, 18 Temmuz 1815’te Rochefort’ta yazdığı mesajla İngilizlere, ‘ülkesinin ve Avrupa’nın en büyük devletlerinin hücumuna hedef olduğu için siyasi hayatının sona erdiğini ve Perslilere sığınan Atinalı Themistokles gibi İngiliz ocağına sığındığını’ söyler.
Sözlerinin devamı Yaşar Nabi Nayır’ın çevirisiyle şöyle: “İngiliz kanunlarının himayesine sığınıyor ve bu kanunların tatbikini, düşmanlarımın en güçlüsü, en devamlısı ve en alicenabı olan sizden istiyorum.”
Napolyon, 20 yıl hakaret ettiği İngilizlere böyle teslim oldu. Aklından Amerika’ya gitmeyi geçiren Ney, idam edildi.