Günlük hayatınıza eskisi gibi devam etmek konusunda ısrarlı olursanız, yüz binlerce koronavirüs parçacığı size çeşitli şekillerde bulaşabilir.
Yaklaşık iki hafta öncesini düşünün. Koronavirüsün bulaştığı insan sayısı ve ölümler halen bazı insanları hiç etkilememiş durumda ve boş vakitlerini dışarıda ve arkadaşları ile buluşarak geçirmek istiyorlar. Bir tanesinin siz olduğunuzu düşünün. Bir arkadaşınızla baharın tadını çıkarmak için dışarıda açık bulduğunuz az sayıdaki bir mekanda görüşüyorsunuz. Yanınızda bulunan el hijyen sıvısı veya kolonyanın yeterli olacağını düşünerek…
Her ne kadar herkesle sosyal mesafenizi korumaya çalışsanız da, farkında olmadığınız bir durum söz konusu. Arkadaşınızın babası, 10 gün önce arkadaşlarıyla bir restoranda kriptoparalar üzerinde derin bir sohbete daldı ve bir arkadaşından koronavirüs kaptı. Üç gün sonrasında, arkadaşınız zile bastıktan sonra kapıya yürürken eli ile öksürdüğü ağzını kapadı. Covid-19 hastalarının bir damla kaşığı kadar salyasında yarım trilyon virüs bulunuyor. Hapşırık esnasında, bu virüsler etrafa binlerce parçacık halinde saçılan bir bombaya dönüşüyor. Arkadaşınızın kapıdan içeri girmesiyle aldığı nefes 32,456 virüs parçacığını ağzı ve gırtlağına yapıştırıyor.
O günden bu yana, sizinle buluştuğu ana kadar virüsler içinde çoğaldı. Sizinle konuştukça, üst gırtlağından saçılan virüslü gözle görünmez mukus parçacıkları size doğru yağıyor. Bu parçacıkların bir kısmı ellerinize, bazıları masaya, bazıları da yemeğinize geliyor. El sıkışıp vedalaşma vakti geldiğinde vücudunuzda çoktan 43,654 virüs parçacığı var. El sıkışmanın ardından bu sayı 312,405’e yükseliyor.
Vücudunuza bulaşan virüs parçacıklarından biri zaman kaybetmeden akciğerinizdeki sıcak ve nemli bir köşeye yerleşiyor ve çoğalma sürecine giriyor. Virüs parçacıkları gerçekten çok küçük. Eğer bir saç telini bir futbol sahası kadar büyütseydiniz, içindeki virüs parçacığı sadece 10 cm genişliğinde olacaktı. Virüsün dış zarı, saldırdığı hücrelerin zarlarına tutunan protein molekülleri içeriyor. Bir topuzun üzerindeki çıkıntılar gibi beliren bu proteinler, virüsün içinde sakladığı taşıma yüküne kapıyı açmak için kullanılıyor. Bu taşıma yükü, RNA’nın kendisi.
Virüs akciğerin mukusu içinde yuvarlanıp giderken bir anda karşısına sayısız hücreden bir tanesi çıkıyor. Bu hücre kendisinden çok daha büyük. Yukarıda bahsettiğimiz futbol sahasında kapladığı alan tam 8 metre. Milyarlarca yıllık evrim ile saldırganlara karşı çok dirençli hale gelmiş olsa da, bir arka kapısı mevcut. Yüzeyinden anjiyotensin dönüştürücü enzim 2 yani ACE2 reseptorü adı verilen protein uzanıyor. Bu molekül, vücutta hormon faaliyetini dengelemek için kullanılıyor. Koronavirüs karşısına çıktığında ise ona hücreye tutunması için araç oluyor.
Virüs parçacığındaki protein akciğer hücresine çarptığında, şeklini bir anda onunla eşleştiriyor böylece ACE2 yapışkan gibi hedefine tutunuyor. Ardından, virüsün zarı tutunduğu hücre zarı ile kaynaşıyor. Sonrasında, RNA işgal edilen hücrenin içine dolduruluyor. Virüs, artık resmen içinizde.
Koronavirüs hücrenize girdikten sonra neler oluyor?
RNA hemen işe koyuluyor. Hücrenin kendi genetik materyali olan DNA, kendisini RNA parçacıkları biçiminde kopyalıyor. RNA kopyaları sürekli oluşturuluyor ve hücrenin ana gövdesine gönderiliyor. Burada, hücrenin tüm fonksiyonlarını yerine getiren proteinlerin nasıl oluşturulacağına dair talimatları alıyorlar. Böylece kitle üretim başlıyor: RNA ve ribozom proteinleri birbirini kovalıyor.
Virüsün ürettiği RNA bir ribozom ile karşılaştığı zaman, ribozom onu deşifre ediyor ve virüs proteinleri üretmeye başlıyor. Bu proteinler daha sonra virüs RNA’sına kendisini kopyalaması için yardım ediyor. Ortaya çıkan kopyalar, daha fazla ribozomu ele geçirmek için harekete geçiyor. Diğer virüs proteinleri ise işgal altındaki hücrenin bağışıklık direncini kırıyor. Bir süre sonra virüs RNA’sının baş edilemeyecek kadar çok talebi altındaki hücre parçalanmaya başlıyor. Enerjisi ve tüm bileşenleri daha fazla virüs kopyası üretmek için kullanılıyor.
Bir sonraki aşamada tüm virüs parçacıkları bir nevi hücresel iletim kemeri ile hücrenin duvarından aktarılmaya başlanıyor. Virüs zarı ve “dikenli” proteinler RNA zincirlerinin etrafını sarıyor. Böylece yeni bir parçacık ortaya çıkıyor. On binlerce, belki yüz binlerceye ulaşan virüs parçacıkları keseciklerde (vezikül) toplanıyor. Kesecikler yüzeye çıktıklarında patlayarak on binlerce virüs parçacığını etrafa saçıyor.
Öncü işgal kuvvetini temsil eden dikenli proteinler karşılarına çıkan tüm sağlıklı hücrenin zarına tutunmaya devam ediyor. Korsanların savunmasız bir ticari gemiye hücum etmesi gibi hücre zarının erimesiyle RNA tekrar hedefe aktarılıyor.
Bu süreç, ciğerlerinizde, boğazınızda ve ağzınızda sürekli tekrarlanıyor. SARS ile olan benzerliğinden yola çıkıldığında, Covid-19’un vücudunuzda yeni nesil bir enfeksiyon oluşturması yaklaşık bir gün sürüyor ve 24 saat sonunda virüs parçacığı sayısı 1 milyon katına çıkmış oluyor. Kopyalanan virüsler mukusa karışıyor, dolaşım sistemini işgal ediyor ve sindirim sistemine saldırıyor.
Sıra semptomlar gelince…
Yukarıda bahsedilen süreç esnasında neler olup bittiğinden haberiniz bile olmuyor. Tersine, kendinizi çok iyi hissediyorsunuz. Tek derdiniz, kısıtlı ev hapsi nedeniyle can sıkıntısı oluyor. Aradan iki gün geçiyor ancak üçüncü gün dayanamayarak dışarıda bir hava almaya karar veriyorsunuz.
Eski kız arkadaşınıza telefon ediyorsunuz. Nehir kenarında uzun bir yürüyüş yapıyorsunuz. Aklınızda can sıkıntısını yok etmek için bazı planlar var ancak eski sevgilinizin taktığı maske engel teşkil ediyor. Dahası, yeni erkek arkadaşı ile yakın zamanda aynı eve çıkmayı planladığını söylüyor. Ayrılık vakti geldiğinde, hayal kırıklığınızı fark ettirmemeye çalışarak sıkı sıkı sarılıyorsunuz. İşin en kötü tarafı, sizin yaklaşık bir saat sonra tuvaletten çıkarken ellerinizi iyi yıkamadığınızın farkında değil. Ruhunuz duymadan arkadaşınızın ceketine bulaştırdığınız nano ölçekteki dışkı kalıntısı 893,405 virüs parçacığı içeriyor. Eski sevgiliniz eve geldikten 47 saniye sonra ceketini vestiyere asıyor ve ellerini yıkamadan önce burnunun altındaki kaşıntıyı gideriyor. O esnada, suratına 9,404 virüs parçacığı bulaşmış durumda. Beş gün sonra, ambulans ile hastaneye kaldırılıyor.
Vücudunuz temas ettiği her yere sayısız virüs parçacığı bulaştıran bir aracıya dönüşmüş durumda. Virüs parçacıkları kullanım tarihleri dolana kadar bulaştıkları yüzeyde kalıyor ve yok olana kadar temas eden kişilere bulaşıyor. Dahası, bu süreçte virüs saldırısı ile parçalanan ve yeni enfekte hücreler kan dolaşımınıza giriyor. Bu noktada bir şeylerin ters gittiğini anlıyorsunuz. Beyaz kan hücreleri, parçalanmış ölü hücreleri tespit ediyor ve bağışıklık sistemini alarma geçiriyor. Vücudunuzun içinde yüz binlerce askerin çarpıştığı bir meydan muharebesi patlak veriyor. Savaş tüm hararetiyle devam ederken vücut ısınız yükseliyor ve enfeksiyon kapan alan ihtihaplanıyor.
İki gün sonra, öğlen vakti… Yemeğinize odaklanmaya çalışıyorsunuz ama iştahınız ortadan kalkmış durumda, tersine kusacak gibisiniz. Uzanmaya karar veriyor ve birkaç saat uyuyorsunuz. Uyandığınızda ise kendinizi çok daha kötüleşmiş durumda buluyorsunuz. Göğsünüz sıkışmış gibi ve geçmek bilmeyen kuru bir öksürük söz konusu. O an, “böyle bir şey mi?” diye düşünüyorsunuz. Hemen eczane dolabına koşuyor ve bir derece buluyorsunuz. Bir dakika boyunca dilinizin altında tutuyorsunuz ve hemen dereceye bakıyorsunuz: 40. İçinizden, “grip olmalı, zaten risk grubunda değilim” diyor ve tekrar yatağa uzanıyorsunuz.
Ciddi rahatsızlanmada neler yaşanıyor?
Aslına bakarsanız çok kötümser olmaya gerek yok. Eğer genç ve sağlıklı bir insansanız, özellikle de sigara tiryakisi değilseniz dinlenerek zamanla sağlığınıza kavuşma olasılığınız yüksek. Öte yandan, virüsü kapan kişilerin %20’si ciddi seviyede rahatsızlanıyor. İşin kötüsü, siz genç yaşınıza ve sağlıklı olmanıza rağmen onlardan biri olabilirsiniz.
Dört gün boyu süren ateş ve kuru öksürüğün ardından hayatınızda hiç olmadığınız kadar hasta olduğunuzu fark ediyorsunuz. Öksürük o kadar şiddetli ki ancak eliniz ile belinizi tutarak buna dayanabiliyorsunuz. Soluk soluğa kalmış bir halde Uber çağırıyorsunuz ve kendinizi acil servise atıyorsunuz. Bu süreçte içine bindiğiniz araca 376,345,090; havaya da 323,443,865 virüs parçacığı boşaltıyorsunuz.
Acil servisteki ön incelemenin ardından anında karantinaya alınıyorsunuz. Koronavirüs testinin sonucunu beklerken doktorlar ciğerlerinizin röntgenini çekiyor. Bağışıklık sisteminin virüsle en şiddetli savaşı verdiği bölgeler hayal-meyal beliriyor röntgende. Bunun sebebi, ciğerlerinizdeki hava keseciklerinin sıvı ile dolmuş olması. Covid-19’un yanı sıra, şiddettli solunum yetersizliği sendromu (ARDS) adlı zatürreye yakalanmış durumdasınız.
Yoğun bakımda tüm yataklar dolu durumda. Bu yüzden size beş kişi ile paylaştığınız küçük bir odada kanepeye yatırıyorlar. Size besin ve sıvının yanı sıra virüsle savaşacak ilaçlar içeren serum takılıyor. Bir gün sonra, maalesef daha kötü bir durumdasınız. Birkaç gün boyunca sürekli kusuyorsunuz ve halüsinasyon görmeye başlıyorsunuz. Nabzınız 50’ye düşüyor. Yan odadaki bir hasta hayatını kaybedince onun için kullanılan ventilatör size takılıyor. Hemşire endotrakeal tübü boğazınızdan ciğerlerinize doğru indirirken bilincinizi kısmen kaybetmiş durumdasınız. Tübü ağzınızda sabitlemek için bant kullanırken hareketsiz yatıyorsunuz.
Bağışıklık sisteminiz artık “sitokin uyarımı” aşamasına girmiş durumda. Yani kendini o kadar yormuş halde ki sadece enfeksiyon ile değil ancak vücudun kendi hücreleri ile de savaşıyor. Beyaz kan hücreleri ciğerlerinize doluyor ve dokuları yok etmeye başlıyor. Sıvı, normalde kanın oksijen çekmesini sağlayan alveolar keseleri dolduruyor. Ventilatör oksijeni bol havayı ciğerlerinize itiyor olsa da boğuluyormuş gibi hissediyorsunuz.
Maalesef bu en kötüsü değil. Bağışıklık sisteminin viral enfeksiyona verdiği tepki o kadar yoğunlaşıyor ki iç organlarınız devre dışı kalmaya başlıyor (çoklu organ yetmezliği sendromu). Ciğeriniz çalışmayı durdurduğunda, toksinleri kanınızdan atmanız imkansız hale geliyor. Doktorlar sizi acilen diyaliz makinesine bağlıyor. Oksijensiz kalan beyin hücreleriniz ölmeye başlıyor.
Çoklu organ yetmezliği sendromunun başgöstermesi, ölüm ile yaşam arasındaki çizgiyi temsil ediyor. Yaşama şansınız %50. Hastanenin kaynaklarının yetersiz hale gelmesi, müdahale için imkanları kısıtlıyor.
Doktorlar sizi ekstrakorporal membran oksijenizasyonu makinasına bağlıyor. Bağışıklık sisteminin kendisini toparlayabilmesi için gereken süre içinde kalp ve ciğerlerinizi bu makine çalıştırıyor.
Bu noktadan sonra sağlığınıza kavuşabilmeniz vücudunuzda kalan savaşma gücüne bağlı. Binlerce kişinin yüzleştiği ve bazılarının hayatını kaybettiği bu duruma düşmemek için lütfen gerekli hassasiyeti gösterin.