Bu yazımda sizlere iç güdülerimizin, bilinç altımızdaki kayıtlı birçok ögenin, karakterimizi oluşturan birçok özelliğin bize atalarımız tarafından DNA yolu ile nasıl aktarıldığından bahsetmek istiyorum.
Günlük hayatta hepimiz birçok nesne veya duruma karşı korku duyabiliriz. Neden bazı şeylerden farkında olmadan korkuyor ya da seviyoruz?
Korkuların genetik ve çevresel faktörlerden nasıl etkilendiği konusunda birçok araştırma yapılmıştır. California Üniversitesi’nden Moleküler Biyoloji Profesörü William Clark’a göre, “basitten spesifik fobilere kadar tüm korkular, memelilerin biyolojik adaptasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.” Clark, korkuları “beynin özel bir bölümünde açığa vurulmamış duygular olarak saklanan anılar” olarak ifade eder.
Atalarımızın genleri ile korku da bizlere taşınıyor
Bilim, bizlerden önce yaşamış atalarımızdan geçen genetik özelliklerin kimliğimizin oluşumunda rol oynadığını söylüyor. Genlerin canlıların davranışlarında belirleyici rol oynadıklarına değinen bu görüşe gelin hep birlikte göz atalım:
Atalarımız tarafından aktarılan tek bir korku geni yoktur. Korku ve endişenin ortaya çıkmasında birçok gen etkili olur. Endişe duygusunun derecesini beyindeki nörotransmiter (sinir taşıyıcıları) arasındaki iletişim ve onların resöpterleri belirler. Genler, nörotransmiterleri ve onların resöptörlerini birçok farklı şekilde kontrol ederler. Bizler,bu farklı formların belirli bir kombinasyonuna sahip olarak doğarız.
Fobiler genetik ya da travmatik olabilir. Örneğin asansörde mahsur kalan birisi daha sonra asansör korkusu yaşar ya da bir köpek tarafından kovalandıktan sonra köpek fobisi gelişen kişiler hepimize tanıdık geliyordur. Korkuların genetik olarak belirlendiğini gösteren güçlü bulgular bulunmaktadır.
Bilim insanları yapılan yeni araştırmalar sonucunda DNA’da oluşan kimyasal değişimler sonucunda bazı bilgilerin biyolojik miras olarak kaldığını anladı.
Korkulan nesne veya durumla ilişkilendirilen herhangi bir uyaran aynı tepkileri ortaya çıkarabilir. Bu duruma korku koşullaması diyoruz.
Yapılan deneylerin birinde, denek olarak kullanılan farelere ne zaman gül kokusu koklatılsa daha sonrasında şok verilip acı çektirildi. Birkaç tekrardan sonra fareler ne zaman gül kokusu alsalar otomatik olarak korkmaya ve kaçışmaya başladılar. Çünkü acı çekeceklerini düşünüyorlardı.
Bu deneylerde yer alan farelerden doğan yavruların gül kokusunu bilmedikleri halde korkup kaçıştıkları gözlemlendi. Burdan atalarımızdan gelen bir çok şeyin bünyenize kazındığını ve hareketlerimizde etkili olduğu teorisini güçlendirdi.
Birçoklarımızın sakladığı fobiler var
Fobiler her şeye karşı gösterilen duygu bozukluğu olduğundan, ilginç fobilere de rastlanabiliyor. Dünyaca ünlü yıldızların da fobilerden kendilerini kurtaramadıkları görülmüştür. Gelin bazılarına hep birlikte göz atalım:
Bizim korkusuz olarak bildiğimiz dövüş sanatları ustası Jackie Chan, meğer suyun etrafındayken bile sinir stres oluyormuş. Aynı şekilde Russell Crowe da aynı dertten muzdaripmiş.
Filmlerinde dev dinozorları baş kahraman yapan haşaratlı filmlerin yapımcısı Steven Spielberg’in böcek fobisi varmış. Spielberg aslında karıncadan bile köşe bucak kaçan biriymiş.
Sayısız insanı diri diri mezara gönderen Adolf Hitler, yalnız kalma ve suikasta uğrama korkusuyla yaşadı. İkinci Dünya Savaşı’nın ilerleyen yıllarında aşırı paranoya dahil birçok psikolojik rahatsızlık yaşadığı bilinen Hitler, dört yaşında boğulmaktan son anda kurtulmuştu ve sudan çok korkardı. Rivayete göre boğulma tecrübesinin ardından hayatı boyunca bir kez daha yüzmedi.
Dünyaca ünlü yazar Michel de Montaigne, ilginç bir şekilde Cuma günleri eline kalemi almaz ve 13 rakamından ölümüne korkardı.
Psikolojinin babalarından olan Sigmund Freud’un da müzik korkusu olduğu ve bu yüzden piyanist komşusuyla uzun yıllar sorun yaşadığı, hayatına ait ilginç bilgilerden.
Ampulü keşfeden Thomas Edison’un ise karanlık fobisi vardı. Bu korku sayesinde dünyamızı aydınlatan insan oldu.