Kinyas ve Kayra: Kendini Yazan Roman

0
10169

Kimi okuyucuyu kendine hayran bırakan, kimi okuyucuyu ise oldukça zorlayan sıra dışı bir roman. Modern Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Hakan Günday’ın yayımladığı ilk eser; Kinyas ve Kayra.

“Sorarlarsa, ”Ne iş yaptın bu dünyada?” diye, rahatça verebilirim yanıtını: Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyar insanın arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından..”

Kitap hakkında bilgi vermeden önce Hakan Günday’ın bu kitabı yayımladığı yaşa değinmek istiyorum. Herkesin hayranlıkla okuduğu bu kitabı yayımladığında Günday, 23 yaşındaymış. Kitabı halihazırda merak ediyordum fakat bu bilgiyi öğrendikten sonra “Bu kitabı kesin okumalıyım.” diyerek heyecanım daha çok artmıştı. Eminim çoğu okur da benim gibi düşünmüştür.

O yaşta böylesine başarılı ve ses getiren bir esere sahip olan yazar sayısı oldukça azdır. Hatta kitabın önsözünde Virginia Woolf’un “Otuzundan önce yazdığınız hiçbir şeyi yayınlatmayın.” sözüne yer verilerek aslında bu durumun bir yazar için ne kadar kötü yerlere gidebileceğini göstermek istemişler. Tabii bu sözle beraber Hakan Günday’ın 30 yaşında kadar dört tane kitap yazdığını da söylemişler. Bu durumdaki zıtlık 23 yaşında Kinyas ve Kayra’yı yayımlayan Hakan Günday’a olan ilgimi daha da artırıyor.

Alışılmışın Dışında Bir Roman: Kinyas ve Kayra

Kinyas ve Kayra, Nevzat Çelik’in önsözüyle başlıyor. Bu önsöz, alıştığımız önsözler gibi değil. Kitabın başında bulunmasına rağmen kitabın sonunu söylüyor. Peki bunu neden yapmış? İlk kez okuyan biri olarak bu duruma sinirlenmek çok doğal, hele ki Hakan Günday’dan okuduğunuz ilk kitapsa bu durum daha da normal. Sonuna geldikçe göreceksiniz ki aslında kitabın sonunu bilmeniz veya herhangi bir kısmını bilmeniz önemli değil. Çünkü Hakan Günday kitabı öyle bir kurguluyor ki önemli olan kitabın sonu değil, kitabın her bir sayfası oluyor.

Kitabın içinde aslında üç kitap birden bulunuyor. Bunlardan ilki “Kinyas, Kayra ve Hayat”. Bu kitapta Kinyas ile Kayra; Afrika’dan Amerika’ya, Amerika’dan Türkiye’ye uzanan bir rotada birçok şey yaşıyor. Bu süreç onlar için gerek psikolojik gerekse fiziksel açıdan oldukça düşündürücü ve yorucu oluyor. Dünyadaki kötülüklerden, iyiliklerden ve anlam veremedikleri ama zorunda oldukları bazı durumlardan kaçmak veya tam tersi üstüne gitmek için çeşitli olaylar yaşıyorlar. İkinci ve üçüncü kitaplar ise “Kinyas’ın Yolu” ve “Kayra’nın Yolu”. İsimlerinden de anlaşılacağı üzere kitap artık karakterlerimizin başından geçenleri bireysel olarak ele almaya başlıyor.

Kitabın ilk bölümünü okuduktan sonra sizi bir sürpriz bekliyor çünkü diğer bölümde kitabın anlatıcısı değişiyor. Bütün kitabı bu şekilde bir Kinyas’ın bir Kayra’nın ağzından dinliyoruz. Bu durum bize aslında iki ana karakter sunarken iki farklı dil ve  iki farklı beyin de sunmuş oluyor. Bir süre sonra kendinizi birine yakın hissetmeye başlıyorsunuz. Ama bu yakın hissetme, empati duyma hali de oldukça zor çünkü seçilen karakterler bu hayatta empati kurması en zor insanlar olabilir. Bir süre sonra empati kurduğunuz karakterin yaptığı kötülüklerle de empati kuruyorsunuz ve pek çok kitapta hissedilmesi zor duygular hissediyorsunuz. Normalde bir kitapta kötü karaktere sinirleniriz ancak burada zaten o kişi gibi hissettiğiniz için o bir kötülük yaptığında sanki kendiniz yapmış gibi hissediyorsunuz.

Büyük ölçüde okyanus kıyısında geçen bu kitapta karakterler durmadan yer değiştiriyor, bitmek bilmeyen bir arayış duygusu ve hayata karşı öfke var. Bu durum da kaçışı, durmadan yer değiştirmeyi doğuruyor. Hakan Günday bir röportajında yerlere değil kişilere bağlandığını söylüyor ve durum durmaksızın yer değiştirme olayını açıklıyor. Bu yer değiştirme olayı hem zihinsel hem fiziksel bir yolculuğa dönüyor.

Bu kadar gezmesini, yazarın çok yer görmüş olmasına veya doğduğundan itibaren aynı yerde yaşamamasına bağlayabilirsiniz ancak Hakan Günday yazdığı her yere gitmemiş. Buna rağmen o kadar güzel tasvir etmiş o kadar inandırıcı anlatmış ki, National Geographic “Zargana” isimli kitabında anlattığı Berlin’den sonra, Günday’dan Berlin’i anlatan bir yazı yazmasını istemiş ve Günday’ın cevabı “Gönderirseniz yazarım.” olmuş. Çünkü Hakan Günday daha önce hiç Berlin’e gitmemiş ve “Zargana” kitabındaki Berlin tamamen Günday’ın hayal ürünüymüş.

Karakterler bu olayları yaşarken aynı zamanda kitabı da yazıyorlar ve en sonunda Hakan Günday’a kitabı yayımlaması için yolluyorlar. Hakan Günday’ın yazar olarak kitabın birkaç yerinde geçmesi de bizi gerçekliğe götürüyor ve adeta kitabın yazılış hikayesine tanık olmuş hissi uyandırıyor.

Kitap hakkında daha da detay vermek istemiyorum çünkü bu kitabı okurken yaşanılacak deneyimi herkesin tatmasını istiyorum. “Peki bu kitabın türü ne?” diye soracak olursanız bazı kaynaklar yeraltı edebiyatı diyor ancak Hakan Günday “Ben ‘yeraltı edebiyatı’ diye bir tür bilmiyorum, tanımıyorum. Çünkü her yazarın ayrı bir tür olduğunu düşünüyorum. Her özgün metnin ayrı bir tür olduğunu düşünüyorum. Yazar kadar tür olduğuna inanıyorum ve öyle yaklaşmaya çalışıyorum bir okur olarak yazarlara.” diyerek konuya nokta koyuyor.

Ana görsel: 愚木混株 cdd20/Unsplash