Yazının keşfinden itibaren biliyoruz ki insanlık/insanlar kendilerini tanımayı istemişlerdir. En içten ihtiraslı ve obur bir şekilde gelen keşif dürtüsünü bastırmak için önce yola kendilerinden başlamıştır insanoğlu. Bugün 21. Yüzyılın en büyük varoluşsal problemlerinden biri hala değişmedi. Bizi biz yapan, çekirdekten bütüne insan nedir sorusunu sorduran dürtülerimiz istedikleri cevabı hala alabilmiş değiller maalesef.
Her ne kadar yersiz tartışmalara konu olsada insanın sosyal kişiliği, “insan sosyal bir varlıktır” savını sonuna kadar desteklemekteyim. İstisnaları tabii kide mevcut, asosyal veya tabiri caiz ise insan sevmeyenlerde var sanılanın aksine ben sayılarının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Tüm toplumlar için %20 oranında diyorum. Bunu rastgele söylemiyorum, ekonomist Vilfredo Pareto’dan ismini alan meşhur 80-20 kuralını temel alarak söylüyorum.
NEDİR 80-20 KURALI? : Yönetim alanındaki önemli düşünür Joseph M. Juran tarafından ortaya atılmıştır. İsmini ise insanların %20’sinin toprakların %80’ine sahip olduğunu gözlemleyen İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto’dan almıştır. Bu kural temel olarak herhangi bir durumda sonuçların pek çoğunun sadece çok az sayıdaki nedenden kaynaklandığı düşüncesine dayanmaktadır.
Dolayısıyla oranı ne olursa olsun bu insanların içimizde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kimileri buna fıtrat, yaratılış, zevk, ilgi, eğitim meselesi diyor. Ben ise üzerinde kafa yormak için oldukça gereksiz bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanları oldukları gibi kabul etmek en doğrusu ve her açıdan en iyisi. En büyük hata ise onları değiştirmeye teşebbüs etmektir.
Toplum öbeklerden oluşur, tek tek parçalara ayırdığınızda renklerin değiştiğini, kokuların birbirlerinden ayrıldığını, seslerin farklılaştığını hissedersiniz. Halbuki dışarıdan genel olarak bir bütün görünümü çizer toplum.
Problemin bütüne atfedilmesi genelde orduya münhasır bir tutumdur. Her ne kadar verilen cezaların veya verilemeyen cezaların birey üzerine etki ettiğini düşünsekte, günün sonunda zararlı çıkan toplumun kendisi oluyor. Nasıl mı ? insanlarda diğer canlılar gibi etkileşimde bulunurlar. Yanlış anlaşılmasın birbirleriyle konuşuyorlar demiyorum. “Etkileşimde bulunmak” yan yana oturmak, birbirimizin suratına bakmak, temas etmek, yan yana veya aynı sırada yürümek gibi günlük olarak sık sık yaptığımız şekilde gerçekleşir ve bunun için birbirimizi tanımamıza ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla ister istemez bireyler, bir domino etkisi ile toplumun genelini etkileyebilecek kapasitedeki daha küçük parçalardır.
Birey içinde 80-20 kuralının geçerli olduğu alanlar vardır. Örneğin bireyin tüm eğitiminin %80 nini kendisi gerçekleştirirken, %20 lik katkıyı ailesi ve çevresindeki insanlar sağlamaktadır. Aynı hanenin iki ayrı bireyi aldıkları aynı ailevi eğitime rağmen, biri çok depresif/agresif ve aktif kişiliğe sahip olabiliyorken, bir diğeri daha narin/naif ve pasifize olmuş olabiliyor bu tarz örnekleri sayfalarca uzatmak mümkün. Bu bireylerin %80 lik dilime ait olan eğitimlerini ise kendi zevk, tercih ve yönelimlerine göre seçiyorlar ve kişilikleri bu yönde şekilleniyor. Bu sebepten dolayı toplumun en önemli parçası aile değil, bireyin ta kendisidir.
Toplum için önemli olan diğer bir faktör ise nüfustur. Doğada istisnasız her popülasyonun ve o popülasyonu oluşturan canlıların olmaları gereken bir sayıları/miktarları mevcuttur. Belli bir alanın içerisinde, örnek olarak tüm yer küre verilebilir, yaşayabilecek insan sayısı bellidir. Kesin bir sayı olmamasına karşın 9.5 milyar ile 10 milyar arası bir değer verilmektedir. Bu değerler uzun zaman içerisinde besin, su, enerji, alan vb. diğer tüm ihtiyaçlar gözetilerek hesaplanmış bir değerdir.
Nitekim eğer sayımız bu hesabın çok üzerinde örneğin 14 milyara ulaşırsa ne olur ? gelin bunun cevabını vermiş olan bir deneyden söz edelim ve cevabı siz orada arayın.
İlgilisinin oldukça iyi bildiği bir çalışmadır Universe 25 deneyi. John B. Calhoun bir deney tasarlar, bu deneye göre en başta özenle tüm sağlık kontrollerinden geçirilmiş sorunsuz ve mutlu 8 fare seçilir (4 erkek-4 dişi), bu 8 fare onlar için özenle tasarlanmış oldukça konforlu, odaları, geniş bir meydanı, merdivenleri olan bir kafes düzeneğinin içerisine konulmuştur. Ayrıca deneyin bitimine kadar asla ve asla hiçbir farenin besin-su gibi eksiklikler çekmesine izin verilmemiş, besin ve su açısından oldukça refah içinde olmuşlardır.
Universe 25 Deneyi, 6.25 metre kare tabanı, 90 santimetre yüksekliği olan bir akvaryumda gerçekleşmiştir. Akvaryumun her duvarında 50 santimetre yüksekliğe kadar çıkan 16 adet tünel, her tünelde ise 4 adet oda bulunmakta. Akvaryumun içinde toplam 256 adet oda bulunuyor ki bu, balık istifi dizildiğinde zemin de dahil 5-6 bin adet farenin akvaryuma sığabileceği anlamına geliyor. Farelerin her gün düzenli olarak beslenmesi ve 6 haftada bir akvaryumun zeminin temizlenmesi dışında deney boyunca içerideki farelere herhangi bir dış müdahale gerçekleştirilmiyor.
Deneyin 105. gününde ikinci kuşak farelerin ilk bireyi doğdu ve akvaryumdaki toplam fare sayısı 9’a yükselmiş oldu. Herhangi bir sıkıntı olmadığını gören fareler üreme hızlarını arttırarak, her 55 günde bir nüfusu ikiye katlamaya başladılar.
Bu durum nüfusun aşırı hızlı bir şekilde artmasına neden oldu. İlk 104 gün 8 olan fare nüfusu, 315. güne gelindiğinde 600’ü aşmıştı. Bu noktadan sonra kalabalık nüfus kaosu tetiklemeye başlıyor. Fareler diledikleri gibi oyun oynayamıyor ya da rahat bir şekilde beslenemiyorlar. Ayrıca erkek fareler arasında başlayan rekabet, güçsüzlerin yuvalarını kaybetmelerine neden oluyor.
Kaos doğal olarak şiddeti tetikliyor. Yuvasını kaybettiği için zeminde bulunmak zorunda kalan fareler kendilerine ait bir bölgeye sahip olamamanın verdiği öfke ile yanlarındaki farelere saldırıyorlar, ısırıyorlar ya da kovalıyorlar. Şiddet, zeminden odalara da sıçrıyor ve zemindeki fareler odalara baskınlar gerçekleştirerek içerideki fareleri öldürüyor ve odayı ele geçiriyorlar.
Tüm bunlar gerçekleşirken verilen yem ve su miktarı, fare nüfusu ile doğru oranda arttırılıyor. Yani farelerin şiddetini tetikleyen açlık değil. Ayrıca hatırlarsanız makalenin başında akvaryumun 5-6 bin fareyi içinde barındırabileceğini söylemiştik. Fakat daha bunun %10’una ulaşıldığında kaos ve şiddet patlak verdi. Dişi fareler erkeklerin rekabetinden etkilenmemek için tek başlarına yaşamaya ve yavrularından bazılarını yemeye başlıyorlar. Calhoun’un ‘beautiful ones’ olarak adlandırdığı fareler ise diğerlerinden ayrılarak en üst kattaki odalara çekiliyorlar. Odaların kapılarını kapatacak kadar toplumdan kopan bu fareler, bir süre sonra üreme faaliyetini de durdurarak hayatlarını bir nevi güvenli moda alıyorlar.
Deneydeki fare toplumunun geri kalanında ise yamyamlık, çocuk katliamı ve bulaşıcı hastalıklar kol geziyor. Bazı erkek fareler, maymun kolonilerindeki baba maymunlar gibi davranarak tüm dişiler ile çiftleşmeye çalışıyor. Çiftleşmenin erkekler için yemekten sonra ikinci paylaşılamaz nokta olduğunu düşünürsek, bu davranışın erkekler arasındaki cinayetleri arttırdığı da anlaşılıyor.
Deney 560. güne geldiğinde fare nüfusu 2200’e dayanıyor. Fakat kaos ve şiddetin etkisi ile inanılmaz seviyelere ulaşan fare nüfusu hızlı bir düşüşe geçiyor. Yalnızca 50 gün sonra deneyin 610. gününde fare nüfusu 100’ün altına düşüyor. Bu noktada toplum ikiye ayrılmış durumda, kaostan kaçarak en üst katta yaşayan ‘elitler’ ve şiddetli mücadelede rakiplerini öldürerek hayatta kalmayı başaranlar.
Bu noktada tuhaf bir gözlem gerçekleşiyor. Deneyin 250. gününde yaşayan ilk 100 fare ile deneyin 610. gününde yaşayan son 100 fare arasında yaşam şartları aynı olmasına rağmen son kalan 100 fare, geçmişin acı hatıraları nedeni ile benzer bir refah seviyesine ulaşamıyor. 650. günde akvaryumdaki son dişinin ölmesiyle de şanslı 8 soyu tamamen son bulmuş oluyor. Bu deney daha çok nüfus planlaması propagandasında kullanılmıştır. Bununla birlikte temizlikleri yapılmasına, beslenme ihtiyaçlarının tamamen, barınma ihtiyaçlarının ise kısmen karşılanmasına rağmen gereğinden fazla kalabalıklaşan toplumlarda nasıl bir kaos oluşabileceği açık bir şekilde görülmüştür.Deney bireylerin özgür oldukları alanlar daraldığında nasıl agresifleştiklerini ve toplumun saldırganlaşarak kendi kendini nasıl yok ettiğini en güzel şekilde göstermiştir.