Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Gıda Korkusu – Beslenmeye Dair Endişelerin Tarihçesi, Harvey Levenstein’in Fear of Food – A History of Why We Worthy What We Eat adlı kitabının Türkçe çevirisi. Kitap hayli ilginç bir kapağa sahip, zira sizi çarpıcı bir görsel tasarımla karşılıyor. Sayfalarını çevirdikçe beslenme ekseninde günümüzün aşinalığı yüksek bazı konularına dair soruların detaylı yanıtlarına tanıklık ediyorsunuz. Bazı soruların yanıtları sayfalar, hatta bölümler boyunca devam ediyor. Şaşırtıcı olansa ilgi çekici bilgilerin inanılmaz seviyede akıcı bir anlatımla aktarılması. Bana sorarsanız bu noktada kitabın çevirmeni Ayşe Öztek de tebrikleri hak ediyor.
Eser, ‘Mikrop korkusu’, süt, sığır eti, vitamin çılgınlığı, doğal gıdalar, gizli açlık, lipophobia başta olmak üzere çarpıcı başlıklar vadediyor. Öne çıkan temel unsur ise Amerikan gıda endüstrisinin kimi zaman halk sağlığını bile hiçe sayarak market ve şarküteri raflarında bulunmasını uygun bulduğu besinler. Para hırsı, rüşvet, kanunları hiçe sayan kararlar, şöhret peşinde koşan bilim insanları, doktorlar, ilaç endüstrisi, reklam aldatmacaları ve daha birçok kaosla bezeli bilgiyi de tüm açıklığı ile karşınıza seriyor.
Kısa sürede okuduğum kitapla ilgili bazı notlar aldım… Örneğin ABD’yi kapsayacak şekilde koronavirüs ile e.coli bakterisi arasındaki sosyal benzerlik. Hamburgere tutkuyla bağlı Amerikalılar, sığır kıymasında çıkan e.coli bakterisine karşı kayıtsız kalmış ve ‘nasıl olsa bir gün öleceğiz’ diyerek tüketimlerine ara vermeden devam etmişler. Bu bir sav ya da teoriden öte tamamen gerçek bilgi, çeşitli örneklerle aktarılıyor. Örneğin bir haftalık ‘köfte yasağı’ sonrası ülkedeki marketlerde bulunan kıymalar saatler içerisinde tükeniyor. Herkes barbeküye koşuyor özetle. Burada deli dana hastalığında da benzer sonuçlar öne çıkmış. Son olarak koronavirüs salgınından en çok etkilenen ülkenin ABD olması, kitapta sıklıkla vurgulanan ‘Amerikan vurdumduymazlığı’ teoremi ile örtüşüyor sanki. Bu konu saatlerce tartışılabilir, belki farklı bir makale konusunda tekrar ele alırız.
Skandaldan skandala geçilen ilginç bir kitap olduğunu vurgulamakta yarar var. Bunlardan biri de 2002 yılında Elton Roth adlı mucidin ‘kırpıntı etten üretilen köftelerinin’ Amerikan hükümetinden onay alması. Yöntem akıl almaz; önceden evcil hayvan yemi ve yağ üretimi için mezbahalardan temin edilen kırpıntı et sığır kıymasına dönüştürülüyor ve bu yeni (ve bana kalırsa korkunç) icat, küresel düzeyde olmasa da ülke genelinde büyük ilgi görerek (büyük fast food zincirleri tarafından bile tercih edildiği kaydediliyor) uzun yıllar boyu tüketiliyor…
İlgimi çeken bir diğer kısım da uzmanlar tarafından halka önerilen sıvılar… 1930’lu yıllar, c vitamini ile ilgili tavsiyelerin pik yaptığı yıllardı, uzmanlar günde yarım litre portakal suyunun bir limon suyu ile karıştırılıp içilmesini öneriyordu örneğin. Aynı yıllarda günde 1 litre kadar da süt içilmesi önerilmişti. Su ve alkollü içecekler hariç 1,5 litre içeceğin mutlaka içilmesinin çılgınca tavsiye edildiği bir dönem. Yazar bu dönemden ‘idrar torbalarının bir hayli zorlandığı yıllar’ şeklinde esprili bir dille bahsediyor…
Robert McCarison, kitabın keyifli konu başlıklarından… Bu Britanyalı kişi, 1920’li yıllarda Hindistan’a geliyor ve burada yaşayan insanların sağlıklı ve uzun bir ömür yaşadığını görüyor. Bu argümanın kaynağını araştırınca da doğal sebze ve meyve ağırlıklı beslenme formuyla karşılaşıyor.
Ardından Hunza Vadisi‘nde yeni bir ırk keşfettiğini, bu insanların da çok sağlıklı ve uzun ömürlü olduğunu kaydedip besin listelerini aktarıyor: Sebze, meyve, süt, tereyağı, tahıl, sadece özel günlerde et… İnsanların binde birinin bile hayatları boyunca konserve tüketmediğini de görüşlerine ekliyor.
Doğal gıdalar teriminin mucidi olan McCarison, Asya’nın ücra köşelerindeki insanlardan yola çıkarak ilginç bir trende ön ayak oluyor. Günümüzde de severek kullandığımız sağlıklı gıdalar, organik tarım gibi kavramlar ilk kez onun vasıtasıyla ortaya çıkıyor. Sonraki dönemlerde yapılan araştırmalar ise maalesef McCarison’ın görüşlerinin aksini iddia etmiş, zira bölge halkının kötü sağlık koşulları ile karşı karşıya olduğu ve erken yaşta öldüğü ortaya çıkmış.
Bilgi yağmurundan farksız kitapta geçen konulardan biri de kalp krizi riski ile beslenme ilişkisini esas alıyor. Burada yağ ve şeker tüketiminin azaltılması gibi olağan tavsiyelerle karşılaşıyoruz. Diğer yandan eserde, kalp krizinde en büyük etkenin ‘yoksulluğa bağlı stres’ olduğu gibi bir çıkarımla da karşı karşıyayız.
Yazar, vitamin çılgınlığını, birçok hikaye eşliğinde aktarılırken gıdalara karşı önümüze konulan korkularla başa çıkma yöntemlerini uzun uzun sıralayarak eserini tamamlıyor.
Bu bilgi dolu eseri okumanızı şiddetle öneriyorum. 20-25 TL fiyatla satılıyor, D&R ve birçok kitabevinin web sitesinden sipariş edilebiliyor.