Seçilmişi bulmak
90’ların sonunda, Keanu Reeves’in aktörlük kariyerini tek bir kelime ile özetlemek mümkündü: woe (keder). 90’lar yeterince gelecek vaat eden bir şekilde başlamış, Reeves Point Break’de sörf yapan gizli bir polis olarak role başlamıştı. Bill&Ted’s Bogus Journey filminde zaman yolculuğu yapmış ve My Own Private Idaho’da yumuşak sesli bir erkek fahişeyi oynamıştı. Birkaç yıl sonra, 1994’te rol oynadığı yüksek hızlı gerilim Speed, bir sonraki Die Hard kahramanı olabileceğine işaret etti. Ancak aktörlük kariyerini tuhaf, afallatıcı bir yerden diğerine taşıdı. Romantizmin çiselediği bir dönem (A Walk in the Clouds) ve ahmakça modern romantizm (Feeling Minnesota) dönemi yaşandı. Birkaç yapmacık aksiyon rolünden de bahsetmeden olmaz: Cyberpunk macera Johnny Mnemonic gibi. 90’lı yılların sonuna yaklaşıldığında, 30’lu yaşlarının başında olan Reeves, Hollywood’da yerinin neresi olacağı konusunda biraz söylenmeye başladı. “Aman Tanrım, ortalıktan silindin mi? Bir stüdyo benimle çalışacak mı?” gibi düşüncelere dalmıştı.
Korkuları yersiz değildi. Reeves, şeytana karşı geldiği avukatı oynadığı “çöp başyapıtı” Devil’s Advocate‘i Warnes Bros için henüz yeni tamamlamıştı. Bu film 1997’de ılımlı bir hit olmayı başarsa da, The Matrix için oyuncuları belirleme vakti geldiğinde Neo için düşünülen adaylar arasında Reeves listenin tepesinde değildi. Di Bonaventura’ya göre rol için düşünülen adaylar arasında Will Smith (Wild Wild West‘i yapmak istiyordu), Brad Pitt (Seven Years in Tibet‘ten yeni çıkmıştı) ve Leonardo DiCaprio (Titanic‘in ardından özel efektli bir film daha yapmak istemeyen isim) vardı. Di Bonaventura, “Öyle bir noktaya geldik ki rolü Sandra Bullock’a önerdik ve karakteri bir kadına dönüştürebileceğimizi söyledik… O da hayır dedi” sözleriyle anlatıyor.
1997’nin başlarında, Reeves kendini Warner Bros’un Burbank, California’daki merkez binasında buldu. Kendisine The Matrix’in senaryosunu göndermiş olan Wachowski’lerle ilk görüşmesi için otoparka girdi. “O senaryoyu ilk okuduğumda, beni deli gibi memnun etti” diyor Reeves. O gün kardeşler Reeves’e tasarımlarından bazılarını gösterdi. İlerleyen muhabbet, daha sonra devam edeceklerine işaret ediyordu. Reeves, “Bana çekimlerden önceki dört ay boyunca eğitimden geçeceğimi söylediler… Suratımda büyük bir gülümseme belirdi ve onlara ‘Evet’ dedim” diyor. Lana Wachowski ise “Manyakça bağlılık gösterecek birisi gerekiyordu ve Keanu’nun manyağımız olduğunu biliyorduk” yorumunu yapıyor.
Bilim-kurgu ve felsefe düşkünü olan Reeves, Wachowski’ler kendisinden rolüne hazırlanmak için Jean Baudrillard’ın algı büken 1981’e ait Simulacra and Simulation adlı eserini okumasını istediğinde de yan çizmedi. Di Bonaventura, “İnsanların en büyük yanlış algılarından bir tanesi, Keanu’nun akıllı olmadığını düşünüyorlar… Bu Bill&Ted filmlerinden olabilir. Ancak Keanu bana içinden çıkamadığım kitaplar veriyor. Wachowski’ler de Kaeanu’nun içinde entellektüel bir araştırmacı buldu” diyor.
Neo’un sakin, the Matrix’in klinik rehberi Morpheus’u kimin oynayacağı daha büyük bir muamma oldu. Warner Bros rolü Arnold Schwarzenegger ve Michaek Douglas gibi yıldızlara bile önerdi ve ancak ikisinden de ret aldı. Wachowski’ler ise delikanlı çağında Francis Ford Coppola’nın katliam dolu Apocalypse Now filminde oynayan ve 1993 yapımı What’s Love Got to Do with It ile ağzı bozuk Ike Turner’ı oynayarak Oscar’a aday gösterilen Laurence Fishburne’u istiyordu. Aktör ile 1997 yazında, Las Vegas’ta Mike Tyson’un Evander Holyfield’ın kulağını kopardığı boks maçında tanışmışlardı. Lana Wachowski’nin tanıştıktan sonraki sözleri şu şekilde: “Aynalı gözlük giyen ve bilmeceler ile konuşan bir adam hayal ediyordum… Seninle tanıştığımda ve sesini duyduğumda o adam olduğunu biliyordum.”
Stüdyo yöneticileri ise hem Emmy hem de Tony ödülü olmasına rağmen Fishburne’un deniz aşırı ülkelerde yeterince tanınmadığından endişe ediyorlardı. Onların tercihi 1995’in hiti Batman Forever‘da Dark Knight’ı oynayan ve The Island of Dr. Moreau‘nun çekimlerinde ‘dram ile uyuşmaz’ çizgisine oturan Val Kilmer’dı (Kilmer için büyük bir yapım sayılırdı; başrolü paylaşan isim çekimlerin büyük kısmında kafasında buz kovası ile etrafta yalpalayan efsanevi derecede imkansız Marlon Brando’ydu). Di Bonaventura, “Wachowski’ler Val hakkındaki tüm hikayeleri duymuştu ve ‘Evet yine de filmin bitmesini sağlıyor’ demişti. Biz de Bel-Air Hotel’de görüştük ve bize Morpheus’un neden filmi sürükleyen isim olacağını sordu. İki dakika içinde bittiğimizi biliyordum” diyor. Kilmer kısa süre sonra görüşmeden ayrıldı ve rol Morpheus’u her zaman “Obi-Wan Kenobi’nin ve Darth Vader’ın bir araya gelmiş hali (belki biraz da Yoda) olarak gördüğünü belirten” Fihburne’a gitti.
The Matrix için doldurulması gereken üçüncü büyük rol Trinity’di. Yükseklerde uçan, hızlı tekmeler savuran teknisyen, Morpheus’un yeraltı gemisi Nebuchadnezzar’daki yardımcısıydı. Jada Pinkett Smith rol için denemelere katıldı ancak “Keanu ile birbirimize uymadık” diyecekti. “Aramızda hiçbir kimya yoktu.” Wachowski’ler nihayetinde Kanada doğumlu Carrie-Anne Moss’a gitti. Moss, 90’li yılların Models Inc. ve F/X: The Series gibi dramlarında oynamıştı (Aynı zamanda Matrix adından Kanada yapımı fantezi serisinde de). Günler süren beyazperde testinde, Moss dublörler ile eğitim ve boks yaptı. Ardından, “Günlerce yürüyemeyeceğim” demişti. Wachowski’ler kamerayı dublörler ile oyalamamak için aktörlerin üstlerine düşen fiziksel çalışmayı yapmasını istiyordu. Yine de Moss, “Söylediklerini gerçekten yapacağımı düşündüklerini sanmıyorum, tabii ki bir binadan diğerine atlayamam!’ diye düşünüyordu.