Salı, Aralık 3, 2024
More

    Dünya dışı yaşama işaret ettiği düşünülen 10 antik yapı

    Dünyamız, birçok farklı bölgesinde birçok esrarengiz yapı barındırıyor. Tarihin değişik dönemlerine ait bu yapılar, akıp giden günlük hayatlarımızda binlerce yıldan bu yana sakladıkları bilgileri koruyor. Deşifre edilmeleri halinde modern insanın geçmişi, hatta Güneş Sistemi’nin tarihi hakkında birçok bilgi sunabilecek yapıları anlamakta halen çok zorlanıyoruz.

    Yüzyıllardır incelenen Giza Piramitleri, halen modern teknolojinin açıklayamadığı bilgilere sahip. Büyük Piramit ve benzeri antik yapıların nasıl inşa edildiğini ve ne için kullanıldığını halen tam olarak bilmememiz, aklımıza Dünya dışı yaşamı da getiriyor. Binlerce yıl önce buradalar mıydı? Yoksa insanlık belli dönemlerde bugün bile sahip olmadığımız teknolojileri kendisine sunan akıllı varlıklardan yardım mı aldı?

    Yukarıdaki soruların cevabını kesin olarak verebilmemiz çok zor. Ancak Dünya dışı varlıkların Dünya’nın geçmişinde yer aldığını düşünenler de az değil. Bu noktada önemli olan, inanmak istediğimiz doğrultuda değil ancak doğru bilginin ışığında değerlendirmeler yapmak. Bunu başarırsak, gezegenimizin geçmişini daha iyi anlayabiliriz.

    Sacsayhuamán

    İnka uygarlığının eski başkenti Cusco’nun dışında, Peru Andları üzerinde Sacsayhuamán (Saksaywaman) adı verilen bir kale yükseliyor. Devasa taşların muntazam bir şekilde bir araya getirildiği Sacsayhuamán, insanların yıldızlararası ziyaretçilerden yardım aldığı düşüncesini tetikleyen yapılardan biri.

    Sacsayhuamán, birçok esrarengiz yapıda rastlanan bir özelliğe sahip. Her biri neredeyse 4 metre uzunluğunda ve 360 ton ağırlığında olan kayaların nasıl 35 kilometre taşındığı ve mükemmel bir hiza ile kaldırılıp yerine konduğu bilinmiyor. Birçok antik uygarlık gibi takvimini yıldızların hareketine göre belirleyen İnka uygarlığının yaşadığı doğa ile harika uyumunu gösteren Sacsayhuamán (Kraliyet Kartalı anlamına geliyor) M.Ö 1438-1471 yılları arasında yaşamış olan Pachacuti döneminde inşa edildi.

    Bilimin sunduğu açıklama, Sacsayhuamán inşasında 20,000 insanın çalıştığı. 10,000 kişilik iki grubun döngü halinde çalıştığı tahmin edilen antik projede, altı bin işçi kayaları çıkarmak ve taşımakla, dört bir tanesi ise yerleştirilecekleri çukurları kazmakla ilgileniyordu. Bu kadar fazla insanın muhtemelen oldukça ilkel aletlerle çalıştığı bir yapının mükemmel olmasını sağlayan faktörler neydi peki?

    Nazka çizgileri

    Güney Amerika ülkesi Peru’nun başkenti Lima’dan yaklaşık 320 kilometre mesafede yer alan Nazca çizgileri, Peru çölünü kaplayan çizgileri temsil ediyor. Uzunluğu kilometreleri bulabilen 800’den fazla çizgi, 300 geometrik şekil ve aralarında örümcek, maymun ve sinekkuşu bulunan 70 havyan figürü ile süslenmiş. Bazı figürlerin genişliği, 360 metreyi bulabiliyor.

    Nazca çizgileri ilk kez 1926 yılında Perulu arkeolog Toribio Mejia Xesspe tarafından incelendi. Ancak çizgilerin sadece havadan gözlemlenebilmesi, incelenmelerini ilk dönemlerde fazlasıyla zorlaştırıyordu. Çizgilerin ilk olarak neye hizmet edebileceğini, ABD’li araştırmacı Paul Kosok 1941 yılında ortaya çıkardı. Kış gündönümünün bir gün sonrasına denk gelen 22 Haziran 1941’de, incelediği bir çizginin gün batımı ile mükemmel hizada olduğunu fark etti. O gün, Nazca çizgilerini “en büyük astronomi kitabı” olarak tanımladı. Acaba bu dev kitap, Dünya dışı varlıklar tarafından mı çizilmişti?

    Çizgileri 40 yıl inceleyen ve Peru çölündeki evinde yaşayarak kendini alanı korumaya adayan Alman araştırmacı Maria Reiche de, Nazca’nın “astronomik düzene göre ayarlanmış bir takvim olduğunu” savunmuştu.

    Günümüze uzanan incelemeler ile 2,000 yıl öncesine ait çizgilerin ne olduğu anlaşıldı. ‘Geoglif’ adı verilen yapılar, kayaların pas renkli tepelerini kesilerek altta kalan parlak tabakanın ortaya çıkarılması ile yapılmıştı. Gelişen teknoloji ile 1900’lerin ortalarında sunulan teoriler de eskimeye başladı. Bilim insanları Nazca çizgilerinin su ve verimliliğe işaret eden ritüel alanları olduğunu düşünüyor.

    Giza Piramitleri

    Nil Nehri boyunca uzanan sayısız antik yapı ve bölge arasında tabii ki en iyi bildiğimiz yer Giza Piramitleri. Mısır’da halen ortaya çıkarılmayı bekleyenler dahil, çeşitli boyutlarda ve bazıları tamamlanmamış 100’den fazla piramit var. Bugüne dek uzanan en büyük yanlışlardan biri, her birinin mezar olduğu. Bu tartışma henüz içinde mumya veya bir krala ait hazine bulunmamış Büyük Piramit için de geçerli. Ancak piramitlerin yüzyıldan uzun süredir yağmalandığı göz önüne alındığında, bu konuda kesin bir şey diyemiyoruz. Yine de, Nil boyunca uzanan her piramit mumya içermiyor ve farklı amaçlar taşıdıkları biliniyor.

    Giza Piramitlerinin nasıl inşa edildiği, antik zamanlara dair en büyük sorulardan biri. Giza Platosu ve civarında yapılan çalışmalarda binlerce işçinin kaldığı yapılar ve işçilere ait kalıntılar bulundu. Hatta, dev taş blokların nasıl taşındığına dair bilgilere de ulaşıldı. Antik Mısırlıların kumu ıslatarak kayaların üzerinde bulunduğu kızakları kolayca çektiği biliniyor. 210 katmandan oluşan Büyük Piramit (Keops), tamamlandığı zaman 146 metre uzunluktaydı. Ağırlıkları 1,3 ile 10 ton arasında değişen 2,300,000 taş blok kullanılan Büyük Piramit’in inşası, Heredot’un notlarına göre 10 yılı hazırlık, 20 yıl da inşa olmak üzere 30 yıl sürdü. Heredot, Giza Piramitlerinin inşa edilmesinden 1,600 yıl sonra yaşadı. Notları, piramitlerin inşasına dair en önemli antik eserlerden biri olarak kaldı. Ancak içerdiği bilgilerin ne kadar doğru olduğunu bilmek çok güç.

    Orion Takımyıldızı’nın kemerini temsil eden ‘Üç Kızkardeşler’e göre konumlanan Giza Piramitler’nin kusursuz geometrisi bir kenarda dursun, tonlarca ağırlıktaki taş blokların nasıl 146 metreye kadar taşındığını bilmiyoruz. Modern teknoloji ile yapılması neredeyse imkansız olan soruyu cevaplamak için öne sürülen birçok teori var. Ancak her biri on binlerce işçinin çalıştığı projeyi çok daha zorlaştıran türden.

    Bilim insanlarının en çok kafasını karıştıran, sadece Keops’un düşünüldüğü gibi nasıl 23 ile 30 yıl arasında bir sürede bitirildiği. Antik Mısırlılar, Dünya dışı varlıklardan yardım alan bir diğer uygarlık mıydı?

    Giza Platosu’ndaki Piramitler ike antik Maya kenti Teotihuacan’daki üç piramidin dizilişi, Orion’daki ‘Üç Kızkardeşleri’ temsil ediyor.

    Stonehenge

    Her ne kadar en çok hayal kırıklığı yaratan turistik mekanlardan biri olsa da, Stonehenge fazlasıyla gizemli antik bir yapı. Salisbury kentinin dışında yer alan Stohenge, her biri yaklaşık 50 ton ağırlığındaki taş bloklardan oluşuyor. Neolitik Çağ’dan kalma daire biçimli yapı, İsviçreli yazar Erich von Daniken tarafından Güneş Sistemi’nin bir modeli ve uzaylılar için bir iniş alanı olarak tanımlanmıştı.

    Buradan yola çıkarak düşmek istediğim bir not, 2010’da hayatını kaybeden araştırmacı Zecharia Sitchin hakkında. Sümer tabletlerini deşifre eden ilk kişi olan Sitchin, Giza Piramitlerinin uzay araçlarının iniş yaptığı bir ‘yıldız limanı’ olduğunu savunmuştu. Bu konuda araştırma yapanlar, Keops’un içindeki her biri 7 tonluk üç dev granit katmanın uzaya titreşimler göndermek için yerleştirildiği teorisini okumuştur. Bu titreşimlerin uzay araçlarına piramitlerin yerini belirttiği düşünülüyor. Bu konuyla ilgili ilginç bir detayı, 1994 yapımı ‘Stargate’in açılış sahnesinde görebilirsiniz.

    Stohenge hakkında en çok kafa karıştıran soru, akla Göbeklitepe’yi getiriyor. Nasıl oldu da bu yapıyı inşa eden insanlar dev kayaları yüzlerce kilometre öteden taşıdı, sonra da dik pozisyona getirdi? Bilim insanları 5,000 yıl öncesinde insanların Stohenge gibi bir yapıyı inşa edebileceğine dair teknoloji bulunduğuna inanıyor. Stonehenge gündönümleri ve tutulmalar gibi önemli gök olaylarına uyum gösterecek şekilde inşa edildi. Gökyüzünü gözlemleyen antik insanlar, astronomik takvimlerini inşa etmek için oradan yardım almış olabilir mi?

    Teotihuacan

    Apocalypto filmi hakkındaki genel görüş, asker ve savaşcıya dönüşmeye bayılan Mel Gibson’ın biraz olgunlaşarak en iyi yapımına yönetmen olarak imza attığı yönünde. Filmde, Mayaların en büyük kentlerinden biri olan Tikal’deki piramitler kopya edilmiş ve kurban verilen ayinler gösterilmişti. Birçok yanlışla dolu olsa da, film Maya uygarlığının ihtişamı hakkında bilgi vermeyi başarıyordu.

    Mayaların bir diğer önemli kenti, astronomik olaylara göre inşa edilen tapınaklara sahip Teotihuacan. ‘Tanrıların Şehri’ anlamına gelen Teotihuacan, inşa edildiği 2,000 yıl öncesine göre gerçekten fazla dünya dışı bir yeri temsil ediyordu. Bilim insanları gelişmiş tarım ve ulaşım sistemi bulunan, beşinci ve altıncı yüzyılda 100,000’den fazla insana ev sahipliği yapan kentin Maya, Zapotec ve Mixtec kültürleri tarafından inşa edildiğine inanıyor. Antik şehrin en ünlü yapısı ise görkemli Güneş Piramidi.

    Kuzey Yarımküre’deki en büyük taş yapılardan biri olan Güneş Piramidi’nin, Ay Piramidi ile MS 1 ile 250 yılları arasında yapıldığı düşünülüyor. İlginç detay, 65 metre uzunluğundaki piramidin altındaki mağaranın dört yapraklı yonca şeklindeki bir odaya açılması. Ritüeller için kullanıldığı anlaşılan odada bulunan eşyaların yaşı ise piramidin inşasından önceki tarihlere uzanıyor. 765,000 metreküp hacim materyal içeren dev yapı, astronomik bir takvim görevi görüyor.

    Teotihuacan’daki üç büyük piramidi temsil eden Güneş, Ay ve Quetzalcoatl’ın da Orion Takımyıldızı’daki Üç Kızkardeşler’e bakacak şekilde konumlandığını not düşelim.

    Paskalya Adası

    Dünyanın kıyılara en uzak en uzak kara parçası olma unvanına sahip Paskalya Adası, halen sırrı tam olarak çözülememiş yüzlerce dev heykele ev sahipliği yapıyor. Adada birçoğu etrafa yayılmış ve tamamlanmadan bırakılmış 900 civarında dev heykel bulunuyor. Moai adı verilen bu heykellerin yüzyıllarca adada yaşamış ilkel halk tarafından yapılmış olabileceği düşüncesi herkese çok uzak bir ihtimal olarak geliyor. Özellikle heykellerin en az 1,000 yıllık olduğunu düşünürsek.

    Paskalya Adası, artık aktif olmayan volkanik bir kara parçası. Boyları 4,5 metreye yaklaşan ve yaklaşık 14 ton olan heykellerin, Rano Raraku ocağındaki volkanik tüf ile şekillendirildiği biliniyor. İncelendiği zamanlardan bu yana fark edilen ilk detaylardan biri, tamamlanmış olan heykellerin birçoğunun taşınmadan bırakıldığı. Tamamlanmadan bırakılan 400 tane heykel de, yüzlercesinin neden yarım kaldığı veya yapıldığı yerde bırakıldığı sorusunu doğuruyor.

    En büyük soru ise benzer antik yapılarda olduğu gibi dev heykellerin nasıl taşındığı. Muntazam bir şekilde sıralanmış neredeyse üç insan boyundaki heykellerin nasıl taşındığına dair bugüne dek birçok teori öne sürüldü. Ancak halatlarla her iki yanından sallayarak yürütme yöntemi gibi birçoğu kesin cevaplar değil.

    Teknik soruların ötesinde, belki Dünya yaşanmaz hale gelinceye kadar ortaya çıkaramayacağımız temel sorular mevcut. Moai’ler neden inşa edildi? Bu yapıları adadaki antik medeniyet inşa ettiyse bu yeteneklerini neden kaybettiler? Dev heykelleri yaptıkları ve taşıdıkları aletlere ne oldu? Belki de bir zamanlar ‘dünyanın merkezi’ olarak adlandırılan adaya Dünya dışı bir medeniyet geldi ve yerli halkı üstün bilgilerle donattı. Gitmelerinin ardından ise yerel halk bu bilgiyi kendi medeniyetlerini yok edecek bir savaşa malzeme etti? Bu tabii ki sadece bir teori. Gezegenimizin antik zamanlarını anlamak adına en büyük engel de burada ortaya çıkıyor. Dünya dışı medeniyetler ile antik yapıların ilişkisini çözmemizi sağlayacak teknoloji seviyesine, bilgi birikimine henüz sahip değiliz. Dahası, önyargılar bu keşiflerin önünü tıkıyor ve tıkamaya devam edecek.

    Puma Punku

    And Dağları’ndaki La Paz kentinin 70 kilometre batısında, yeryüzündeki en esrarengiz antik yapılardan bir tanesi yer alıyor. Puma Punku, Giza Piramitleri ve Sacsayhuamán gibi devasa taş yapılar ile inşa edilmiş antik bir kent. Boyu 8 metreye kadar ulaşan, birçoğu 100 ton civarındaki taşlar, mükemmel el işçiliğine sahip. O kadar başarılı ki, o dönemdeki insanların makineler hatta lazer kullanarak bu işlemeleri yaptığı bile düşünülüyor.

    Puma Punku hakkındaki detaylar, bölgenin geçmişine bakıldığında daha da esrarengiz bir hale geliyor. Wisconsin Üniversitesi’nden Jason Yaeger’e göre, İnka’ların bölgeye geldiği 1470 yılında şehir çoktan terk edilmişti. İnka’lar, Puma Punku ve bağlı olduğu Tiwanaku (Tiahuanaco) kentini kendi bölgelerine katarak kültürlerini yaymaya devam etti. Bir zamanlar 40,000 kişinin yaşadığı düşünülen Tiwanaku, İnka’lara göre en önemli tanrıları olan Viracocha’nın ‘yıldız insanları’ yarattığı yerdi.

    Puma Punku’yu detaylı olarak inceleyen ilk isim olan Arthur Posnansky, antik yapıların 17,000 yıllık olduğunu öne sürmüştü. Early Sites Research Society (ESRS) direktörü arkeolog Neil Steede bu görüşü savunan isimlerden. Tiwanaku’yu besleyen Titiaca gölünün 15-20 metre derinliğinde yer alan kalıntılar ise su seviyesinin düşük olduğu 11,000 ile 13,000 yıl öncesine uzanan bir medeniyete işaret ediyor.

    Neden yapıldığı sorusu bir yana dursun, Puma Punku’nun nasıl yapıldığı tam bir muamma. Kullanılan kayaların 100 kilometre öteden getirildiği biliniyor. Deniz seviyesinden 4 kilometre yüksekte olan Puma Punku’nun çevresi, inşa edildiği dönemde ağaçtan arınmıştı. Kısaca, dev kayaları üzerinde taşıyacak kütük elde etmek olanaksızdı.

    En ilginç detay, Tiahuanaco’nun su kaynağı olan dünyanın en büyük temiz su göllerinden Titiaca kıyısında bulunan Fuente Magna çanağı. Çanak, ne kadar ilginçtir ki Puma Punku’dan 8,000 kilometre ötede yer alan Sümerlilerin çivi yazısına sahip. Güney Amerika uygarlıklarına bilinmeyen bir dil Tiahuanaco’ya nasıl ulaştı peki?

    Baalbek

    Lübnan’da yer alan antik Baalbek kentindeki Jüpiter tapınağı, gizemli antik yapılardan bir diğeri. Tapınağın sütun tabanına yatay olarak yerleştirilen üç dev kayanın her biri 800 ton ağırlığında. Etrafını saran kayalar ise 350 ton çekiyor. Yakınlardaki taş ocağında ise kullanılmamış 1,000 tonluk başka bir kaya daha var. Elle oyulduğu anlaşılan Hajjar al-Hibla (Hamile Kadın) kayası, Roma döneminden binlerce yıl önce inşa edilen şehir hakkındaki soru işaretlerinden sadece biri.

    Hamile Kadın kayası.

    Baalbek’in M.Ö 7,000 ile 12,000 yılları arasında kurulduğu düşünülüyor. O zamanlar bölgede yaşamış insanların devasa kayaları nasıl taşıdığı sorusuna yönelik bir teori, akustik levitasyon. Yani Dünya dışı medeniyetlerin Dünya’ya getirdiği düşünülen bir teknoloji. Jüpiter tapınağının temeli her biri yüzlerce ton ağırlığındaki 27 kayadan oluşuyor. Alman Arkeoloji Enstitüsü 2014 yılında Hamile Kadın kayasının yakınlarında dünyanın elle oyulmuş en büyük kaya parçasını keşfetti. 19,6 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğinde ve 5,5 metre yüksekliğindeki kayanın ağırlığı 1,650 ton. Kayanın neden tamamlanmadığı ve olduğu yerde bırakıldığı ise bilinmiyor.

    Romalılardan uzun zaman önceye uzanan Baalbek neden ve nasıl inşa edildi bilinmez ama Puma Punku’ya kıyasla Sümerlilerle daha yakın bir bağlantı kurulma olasılığı var. Baalbek, adını bir Fenike tanrısı olan Baal’dan alıyor. Romalılar ise kente bir Yunan ismi olan Heliopolis adını vermişti.

    2014 yılında bulunan kaya parçası.

    Derinkuyu

    Nevşehir’de yer alan benzersiz yeraltı şehrini ülkemizde bilmeyen yoktur sanırım. Derinkuyu, içerdiği gıda depoları, yağ ve şarap presi odaları, yemekhaneleri, ibadet odaları, bir okulu ve mükemmel havalandırma sistemi ile insanın aklını karıştıran bir gelişmişliğe sahip. 20,000 ile 50,000 kişiyi barındırabilecek büyüklükte olan şehrin, M.Ö 8’inci yüzyılda Frigyalılar tarafından inşa edildiği ve Bizans döneminde genişletildiği düşünülüyor.

    1960’lı yıllarda keşfedilse de tamamı ortaya çıkarılan şehir, yerin 85 metre altına kadar iniyor. Ziyarete açık ilk sekiz katı ile yaklaşık 50 metreye kadar iniliyor. Yeraltı şehrinin tünellerini gerektiğinde kapamak için 1,5 mete çapında ve 500 kg ağırlığında dairesel kaya kapaklar bile düşünülmüş. M.Ö 3000 yıllarından itibaren farklı uygarlıkların kullandığı bilinen Derinkuyu, Roma ordularından kaçan ilk Hıristiyanlara da ev sahipliği yaptı. Derinkuyu, adını 60-70 metre derinliklerdeki 52 su kuyusundan almış. On binlerce yıl öncesine uzanan ve binlerce kişiye yaşam imkanı veren kusursuz yeraltı şehri, sürekli kimler tarafından yapıldığı sorusunu akla getiriyor.

    Bir teori, eski zamanlarda yaşanan bir felaketten kaçmak isteyen ‘antik astronotların’ imzasını taşıdığı.

    Cydonia

    En son olarak Dünya dışında tespit edilen bir yapıya, Mars’ın Cydonia bölgesine gelelim. Birçok bilim insanı Cydonia’nın ‘cisimleri insan yüzüne benzetme’ olarak bilinen pareidolia’dan kaynaklandığını düşünüyor. Aksini savunanlar ise Cydonia’nın Giza Platosu’ndaki antik Mısır yapılarının birebir aynısını içeren bir şehri temsil ettiğini söylüyor. Dikkat çekmemiz gereken ufak bir detay, internette Cydonia dediğimizde karşımıza genelde yüzü andıran dev bir yapı çıkması. Ancak Cydonia piramit benzeri birçok farklı yapı da içeriyor.

    Mars’a gidip gördüğünü söyleyecek birisi olmadığı sürece, Cydonia’nın bir göz yanılgısı mı yoksa gerçekten antik bir yerleşim mi olduğunu söylememiz imkansız. Kesin olduğunu ‘düşündüğümüz’ yargılara sürüklenmeden önce, Cydonia hakkındaki bilgilere dikkatle bakmamız lazım.

    NASA’nın Viking 1 uzay aracı tarafından 1976’da çekilen fotoğraf insan görünümlü bir yüz gösteriyordu. Astronomiye meraklı insanlar, uzay araçlarının çektiği fotoğraflarda kullanılan filtreden ışığın açısına ve atmosfere kadar yığınla etken olduğunu biliyor. Kısaca, yüz benzeri yapı göz yanılması olabilirdi. Mars yüzeyinde bugüne dek elde edilen yığınla insan veya hayvan benzeri kayanın da rüzgar ve antik dönemlerdeki su erozyonundan oluştuğunu biliyoruz. 2001’e gelindiğinde, Mars Global Surveyor (MGS) uzay aracının çektiği fotoğraf, yüzün aslında karman çorman bir yapı olduğuna işaret etti. 1976’daki fotoğrafta çözünürlük 43m/pikseldi. 2001’dekinde ise 1.56m/piksel.

    Komplo teorileri ve kesin bilimsel yargılar arasında gidip gelmekten beynimizin sulandığı günlerde Cydonia gibi bir yeri tartışmak aslında oldukça güç. Ancak gezegenimizin geçmişine uzanan yapıları anlayarak, Güneş Sistemi’nin geçmişine ait ciddi savlar öne sürebiliriz ve bunu yapan insanlar da var. Cydonia konusunda savundukları ise çok basit: Bir zamanlar Mars’ta antik bir uygarlık vardı. Mars’ta yaşanan bir felaketin ardından, Dünya’nın en verimli toprakları Nil platosu ve Mezapotamya’ya geldiklerini söylemek çok yüksekten atmak olmaz.

    Cydonia’daki dev yapının yüz olduğunu savunan isimlerden biri Richard Hoagland. Kendisi, yüzün Sfenks’i yansıtan bir yapı olduğunu savunuyor. Yani insan-aslan. Sunumlarından birinde, Viking 1 fotoğrafının sağ tarafını, sol tarafına katlıyor. Ortaya aslan suratı beliriyor. Hoagland’ın sunduğu yığınla geometrik hesaplama ve Cydonia araştırması yapan bir diğer isim, 2012’de ölen David Flynn. Cydonia ile Dünya’daki yapıların geometrik ve mitolojik analizlerini sunan Flynn, “Cydonia: the Secret Chronicles of Mars” kitabında ‘tanrıların planına’ da değiniyor.

    Cydonia’nın bir “Mars şehri” olup olmadığı gibi teorilere karar vermeden önce iyi bir araştırma yapmak gerekiyor. Ancak internette fazlasıyla eksik olan Türkçe bilgi kaynaklarının yerini YouTuber’ların doldurduğunu söylemek imkansız. Tersine, en iyisi fazlasıyla okumak olacaktır.

    Eğer bu kadarı yeterli değil diyorsanız, bu listeye yakın zamanda eklenmesi muhtemel Göbeklitepe’ye bir göz atabilirsiniz.

    EN COK OKUNANLAR

    İlgili Makaleler