Bilimin son 30 yıl içerisinde yaşadığı sıçrama göz önüne alındığında bu sorulan sorular için gerçekten geç kaldığımızı düşünüyorum. Aklıma bu konularda gelebilecek en iyi örnek sanırım; ‘’internet’’ İkinci Dünya Savaşı’nda tohumları atılmış, soğuk savaş döneminde ise kaba inşaatı bitirilip, çeşitli amaçlara hizmet etmiş olan internet altyapısı 80-90’lı yıllarda hayatımıza girdi. Bugün tamamen hayatımızın merkezine oturmuş durumda. İnternetin bize getirilerini düşündüğümüzde eminim ki bir çoğumuz bunların pozitif etkiler olduğunu söyleyecektir.
”Bugün bir çok multidisipliner alan gelişmekte ve hızla halkın arasına yayılmakta. Bu halkala bütünleşme durumu ne kadar doğru?”
Örneğin otonom sistemler ve robotlaşma; Tesla, Volvo gibi markalar kendi kendine sürüş gerçekleştiren, paralel park gibi zorlu engelleri sürücüsüz gerçekleştirebilen, güvenli sürüş ve konfor sağlayan tamamen yapay zeka kontrollü yeni nesil araçlar geliştirmekte ve halkın hizmetine bilhassa açık kaynak kodu ile geliştirmeye izin vererek, teknolojilerini halka arz etmektedirler.
Tesla araçlarının yaptığı ölümlü kazalar konuşula dursun, savaş teknolojilerinde de işler hızla ilerlemekte. Yapay zeka ve otonom araçların kullanıldığı bir diğer alan ise İHA, SİHA gibi uçan veya son zamanlarda deniz ve kara uzantıları da bulunan otonom savaş makineleri sahalarda görülmeye başlandı. Ancak bir tartışma hala devam etmekte, silahlı bir yapay zekanın ”dost’’ ve ”düşman’’ ayrımını yapabileceği farz edilerek tamamen yönetimin (Vur/Kaç) ona bırakılması. Düpe düz bu durum insanın aceleci tavrından kaynaklanmakta. Mevcut teknolojimizin kısa tarihi göz önüne alındığında otonom cihazlara can emanet etmek kadar tutarsız bir davranış yok. İnsanlar anında Star Wars evrenine ışınlanmak istiyor. Ancak unuttukları bir şey var, aradaki basamakları çıkmadan kimse hiçbir yere gitmiyor!
CRISPR’i henüz anlayabildik mi?
Bu örneklerin nezdinde beni en çok öfkelendiren tartışma konusu; ”CRISPR-cas9 genom editing’’ en kısa ve anlaşılır tanımıyla virüslerin, bakteriler üzerinde tetikledikleri aktif bağışıklık sistemi ve bu sayede biz her tür canlının DNA’ sı (genetik bilgisi) ile rahatlıkla oynayabiliyor, bir özellik silebiliyor, bir özellik ekleyebiliyor ve hastalıkları tedavi edebiliyoruz.
Genetik mühendislik alanının son 10 yıl içerisinde kat ettiği bu başarı azımsanacak cinsten değil, ancak her teknolojik gelişme hızla ilerlemesinin yanında bir takım sorunları da yanında taşır. CRISPR sisteminin keşfi ve gelişmesinde büyük rolü bulunan ve adeta sistemin anası gibi görülen Jennifer Doudna bir süre önce yapmış olduğu TED konuşmasında da belirttiği gibi ”CRISPR’ın çok yeni bir teknoloji olması ve klinik çalışmalarının henüz çok yetersiz olması sebebiyle, J. Doudna başta ve bu konu ile ilgili başlıca bilim insanları ortak bir bilimsel bildiri yayınlayarak özellikle insanlı klinik çalışmaları durdurma kararı almışlardır. Dolayısıyla arkasından gelen açıklamalarda bu sistemin mevcut düzen içinde bir çok türe uygulanabileceği ve korkunç sonuçlarının olabileceğine de değinmektedir.’’
Günümüzde ise CRISPR’ın insanların mutfağında yapabileceği kadar basit işlemlere indirgenmesi ve bilgiye kolay erişim imkanları gerçekten can sıkıcı bir boyuta ulaşmış durumda. Bu kadar güçlü bir teknolojinin ekosisteme ve tüm canlı popülasyonlarına geri dönüşü çok zor olacak derecede zarar verme ihtimali oldukça yüksek.
”Kimi sözde ileri görüşlü bilim insanları ise CRISPR gibi bir kuvveti, halka daha çok duyurmalı ve onları da bu işin içine katmalıyız diyor.’’
Bu adamların tek bir arayışı var; POPÜLERİTE. Maalesef ünlü olmaya çalışan bu şahsiyetler yüzünden çevremiz, bizler ve dünyamız ekstradan daha korkunç bir tehdit altında.
Genel manada varılabilecek en net sonuç ise, bilim halka sadece belli kıstaslarda anlatılmalı. Artık mutfağınızda yaptığınız icatlarla dünyayı değiştirebileceğiniz devirler çoktan geride kaldı. Her şey bir tehdit unsuru maalesef.