Bilim-kurgu yazarlarının geleceğe ait birbirinden ilginç hikayeleri günümüz teknolojisiyle ancak beyazperdeye yansıtılabiliyor. War of the Worlds veya The Martian gibi kurtuluş hikayaleri anlatan filmler bu konsepte fazlasıyla uygun olsa da, bilim insanlarının aklını fazlasıyla çelen bilim-kurgu kitapları da mevcut. Bir tanesi, Arthur C. Clarke’ın ‘The Fountains of Paradise’ adlı kitabı.
Göklere uzanmak için bir uzay asansörü yapılması fikri, uzay-havacılık sektörünün 2050’li yıllardan önce ulaşmak istediği bir hedef. Alçak yörüngeden uzaya uzanan dev bir yapı, binlerce mühendis ve bilim insanının bir araya gelerek aylar içinde hazırladığı uzay görevlerinin maliyetini ve tamamlanma süresini ciddi ölçüde azaltacak nihai çözüm olarak kabul ediliyor.
Uzay asansörü için öne sürülen ilk planlardan biri, 2012 yılında Japon Obayashi firmasından geldi. Şirket, dengede kalabilmesi için asansörün toplam uzunluğunun 96 bin km olmasını planlıyor. Amaç, 36 bin kilometrede yer alacak ana platforma saatte 200 km hızla insan taşıyabilmek.
Kanada’nın McGill Üniversitesi tarafından öne sürülen bir diğer proje, temeli yerden 160 ila 2,000 km yükseklikte kurulacak bir ‘uydu taşıma asansörü.’ 42 kilometre yüksekliğinde olacak asansör kısmen veya tamamen güneş enerjisiyle çalışacak.
En yeni proje, Kanadalı Thoth Technology firmasından çıkan ‘roket ateşleme’ platformuna sahip bir asansör. Kulağa oldukça havalı gelen projeye göre, yerden 20 kilometre yükselecek asansörün tepesi dev bir ateşleme pisti olacak. Astronotlar elektrikli asansörle çıkacakları pistte uzay araçları ve roketlerle uzaya çıkacak. Yeniden kullanılabilir roketler de bu piste inecek.
Google X biriminin lideri Richard DeVaul’a göre uzay asansörü yakın zamanda görebileceğimiz bir teknoloji değil. Nedeni, inşa edilebilmesi için çeliğin en az 100 katı bir materyal gerektirmesi. Grafen bu tanıma uysa da, birçok ‘sihirli element’ gibi işlenme kapasitesi henüz çok sınırlı.
Nasıl inşa edilecek?
Çılgın derecede sağlam olması gereken bir uzay asansörü için kimyanın en uç noktalarına çıkmamız gerekiyor. Akla gelen ilk materyaller, son derece hafif ve bir o kadar sağlam karbon fiber olurken, ikinci aday dünyanın en sert materyali grafen olarak belirdi.
Nokia ve Samsung gibi firmaların büyük yatırımlar yaptığı grafenin ardından akla gelen üçüncü opsiyon ise nano ölçekli elmas iplikler. Yani, elmas kadar sağlam olan tek boyutlu karbon kristalleri.
Elmas iplikleri ilk kez geçtiğimiz yıl Pennsylvania State Üniversitesi tarafından üretilimişti. Uzay-havacılık sanayisinin ana girdisi olabilecek bir ürün olarak beliren elmas ipliklerden, 18 bin kilometreyi aşan bir kablo yapılabileceği düşünülüyor.
Nano elmas ipliklerin kitle üretime geçmesi yakın gelecekte düşük bir olasılık olduğu gibi aşılması gereken kimyasal sorunlar da var. Avustralya’nın Queensland Üniversitesi tarafından çıkarılan modellere göre, elmas nano iplik yapısına uygun olmayan moleküller ipliğin şeklini bozabilir. Ancak ‘doğru moleküler tasarımın bulunması’ halinde, elmas nano iplikler son derece güçlü üç boyutlu nano-yapıların inşa edilmesinde kullanılabilir.
Teknolojinin sunduğu imkanları her geçen artırdığı yeni elementler 2050’li yıllara doğru her birimizin kolunda bir süperbilgisayar taşımasını, sesten hızlı uçan uçaklarla yolculuk yapmasını ve hafta sonu tatili için alçak yörüngeye çıkmasını sağlayabilir. On yıllar sonra Dünya’nın ne halde olacağı ise başka bir soru.