Evrim teorisinin tarihi
İlk Görüşler
Her farklı insan kültürü; dünyanın, insanların ve diğer canlıların kökenleri hakkında kendi fikirlerini geliştirmiştir. Geleneksel Yahudilik ve Hristiyanlık, canlıların kökenlerini ve çevrelerine olan adaptasyonlarını sınırsız bilgi ve güce sahip olan bir Tanrı’nın eseri olarak açıklanmıştır. Eski Yunan filozoflarının kendi yaratılış efsaneleri vardır. Anaximander, hayvanların bir türden diğerine dönüşebileceğini ileri sürmüştür ve Empedokles canlıların önceden var olan çeşitli parçaların kombinasyonlarından oluştuğunu düşünmüştür.
Günümüzdeki modern evrim teorisine daha yakın olan görüşler Nazianzus’lu Gregory ve Augustine gibi kilise liderlerinin görüşleridir. Bu görüşler, tüm bitki ve hayvan türlerinin Tanrı tarafından yaratılmadığı veya Tanrı’nın yarattıklarının bazılarının tarihsel zamanlarda değiştiğini ve geliştiğini açıklamaktaydı. Bu görüşler daha çok biyolojik değil, dinsel görüşlerdi. Örneğin tüm türlerin temsilcilerinin Nuh’un gemisi gibi tek bir alanda tutmanın imkânsız olduğunu ve dolayısıyla bazı türlerin ancak tufandan sonra var olmuş olabileceği yönündeki görüşlerdi.
Organizmaların doğal süreçlerle değişebilme düşüncesi Orta Çağ’ın Hristiyan din adamları tarafından biyolojik bir konu olarak araştırılmamıştır. Fakat Albertus Magnus ve öğrencisi Thomas Aquinas dâhil olmak üzere birçok insan tarafından bir olasılık olarak değerlendirilmekteydi. Aquinas ayrıntıları detaylı olarak tartıştıktan sonra kurtçuklar ve sinekler gibi canlıların çürüyen et gibi cansız maddelerden gelişmesinin Hristiyan inancına veya felsefesine aykırı olmadığı sonucuna vardı. Fakat bunun gerçek olup olmadığını belirlemedi ve bunu kanıtlamayı başkalarına bıraktı.
18’inci yüzyılda gelişme fikri, özellikle insanın gelişmesine olan inanç, Fransa’da Marquis de Condorcet ve Denis Diderot gibi filozoflar ve Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon gibi bilim insanlarının fikirlerin merkezi konumundaydı. Fakat gelişme hakkında olan her düşünce, her zaman bir evrim teorisinin gelişmesine yol açmıyordu. Örneğin Pierre-Louis Moreau de Maupertuis, nesil teorisinin bir parçası olarak organizmaların kendiliğinden oluşmasını ve yok olmasını önermiş ancak bir evrim teorisi geliştirmemiştir. Zamanın en büyük doğa bilimcilerinden biri olan Buffon, birkaç türün neslinin ortak bir atadan gelme ihtimali üzerine açıkça düşünmüş ve reddetmiştir. Organizmaların organik moleküllerden kendiliğinden oluştuğunu, böylece organik moleküllerin canlı kombinasyonlarının sayısı kadar çok sayıda hayvan ve bitki de olabileceğini varsaydı.
Charles Darwin’in dedesi İngiliz hekim Erasmus Darwin, Zoonomia veya Organik Yaşamın Yasaları’nda bazı evrimsel tahminlerde bulunmuş fakat bunları daha fazla geliştirememiş ve sonraki teorilere de gerçek bir etkide bulunamamıştır. İsveçli botanikçi Carolus Linnaeus, günümüzde modernize edilmiş halinde hâlâ kullanılmakta olan bitkilerin ve hayvanların sınıflandırılmasındaki hiyerarşik sistemi tasarlamıştır. Türlerin sabitliği hakkında ısrar etse de tasarladığı hiyerarşik sınıflandırma sistemi ortak soy kavramının kabul edilmesine katkıda bulunmuştur.
Fransız doğa bilimci Jean-Baptiste Lamarck, canlı organizmaların bir gelişmeyi temsil ettiği ve en yüksek formunun insan olduğu konusundaki aydınlanmış görüşüne sahipti. Bu fikirden yola çıkarak 19. yüzyılın ilk zamanlarında ilk geniş evrim teorisini ortaya attı. Organizmalar yıllar boyunca basit düzeyden gelişmişlik düzeyine doğru evrimleşir, hâlâ devam eden bu süreç insanlarda zirveye ulaşmaktadır.
Organizmalar alışkanlıkları yoluyla çevrelerine göre adapte olduklarında çeşitli değişiklikler oluşur. Bir organın veya yapının kullanılması onu güçlendirir, kullanılmaması onun yok olmasına sebep olur. Bu teoriye göre kullanılma veya kullanılmama ile kazanılan çeşitli özellikler miras kalacaktır. Sonradan edinilen özelliklerin mirası (Lamarckism) olarak isimlendirilen bu yaklaşım, 20. yüzyılda tamamen çürütüldü. Bu duruma rağmen Lamarck, biyolojik evrimin aşamalı olarak kabul edilmesine önemli katkılarda bulunmuştur ve daha sonraki sayısız çalışmayı da teşvik etmiştir.
Charles Darwin
Charles Darwin modern evrim teorisinin kurucusudur. Bir doktorun torunu ve bir doktorun oğlu olduğu için Edinburgh Üniversitesine tıp eğitimi almak üzere kaydoldu. Fakat iki yıl sonra Cambridge Üniversitesinde okumak için buradan ayrıldı ve bir din adamı olmaya hazırlandı. Sıra dışı bir öğrenci değildi fakat doğa tarihine derin bir ilgi duyuyordu. Cambridge Üniversitesinden mezun olduktan birkaç ay sonra 27 Aralık 1831 tarihinde, bir doğa bilimci olarak HSM Beagle’da 1836 yılının ekim ayına kadar sürecek olan bir dünya turuna çıktı. Darwin doğal örnekler toplamak için sık sık karaya çıkıp uzun yolculuklar yapabiliyordu.
Arjantin’deki nesli tükenmiş olan büyük memeli kemiklerinin fosillerinin keşfi ve Galapagos Adaları’nda çok sayıda ispinoz türünün gözlemlenmesi Darwin’in türlerin nasıl ortaya çıktığına dair ilgisini uyandıran olaylar arasında yer aldı. 1859’da evrim teorisini ve en önemlisi bu süreci belirlemedeki doğal seçilimin rolünü ortaya koyan “Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine” (On the Origin of Species by Means of Natural Selection) tezini yayınladı. Doğal seçilim teorisini insanın evrimine kadar genişleten “İnsanın Türeyişi ve Cinsiyete Mahsus Seçilim” (The Descent of Man and Selection in Relation to Sex – 1871) başta olmak üzere birçok kitap yayınladı.
Darwin, insanlığın kültürel tarihinde Nicolaus Copernicus, Galileo ve Isaac Newton gibi insanların önderliğinde 16. ve 17. yüzyıllarda başlayan Kopernik devriminin ikinci ve son aşaması olan bir dönemde yeni bir çağ açan büyük bir entelektüel devrimci olarak görülmelidir. Kopernik devrimi, modern bilimin başlangıcına damgasını vurdu. Astronomideki ve fizikteki keşifler geleneksel evren anlayışlarını altüst etti. Dünya artık evrenin merkezi olarak görülmüyordu, sayısız yıldızdan birinin etrafında dönen küçük bir gezegen olarak görülüyordu. Ekinlerin büyümesini sağlayan yağmurların yanı sıra yakıcı fırtınalar ve diğer hava durumu belirsizlikleri, doğal süreçlerin farklı yönleri olarak anlaşıldı. Gezegenlerin Güneş etrafındaki hareketi artık roketlerin Dünya üzerindeki hareketini de hesaba katan basit yasalarla açıklanıyordu.
Bunların ve diğer keşiflerin önemi, evrenin doğa yasalarıyla yönetilen hareket halindeki bir madde sistemi olarak algılanmasına yol açmalarıdır. Evren işleyişinin artık ilahi bir yaratıcının tarif edilemez iradesine atfedilmesine gerek yoktu. Daha ziyade, olguların doğa yasaları yoluyla açıklanmasını bilim dünyasına kazandırdılar. Gelgitler, tutulmalar ve gezegenlerin konumları gibi fiziksel olgular, nedenleri yeterince bilindiğinde artık tahmin edilebiliyordu. Darwin, evrimin meydana geldiğini, çeşitli organizmaların ortak ataları paylaştığını ve canlıların Dünya tarihi boyunca büyük ölçüde değiştiğini gösteren kanıtlar biriktirdi.
Darwin’den önce, Dünya’daki yaşayan canlıların kökenleri, muhteşem adaptasyon buluşlarıyla, her şeyi bilen bir Tanrı’nın tasarımına atfedilmişti. Sulardaki balıkları, havadaki kuşları, karadaki her tür hayvanı ve bitkiyi Tanrı yaratmıştı. Tanrı bu yaratıklara nefes almaları için solungaçları, uçmaları için kanatları ve görmeleri için gözleri bahşetmişi. Kuşları ve çiçekleri, insanların onlardan zevk alabilmesi ve Tanrı’nın hikmetini tanıması için renklendirmişti. Aquinas’tan itibaren Hristiyan din adamları, canlıların tasarımlarının varlığını yüce bir yaratıcının varlığını gösterdiğini ileri sürmektelerdi. Bu tasarımdan gelen argüman Aquinas’ın Tanrının varlığını kanıtlamanın beşinci yoluydu. 19. yüzyıl İngiltere’sinde sekiz Bridgewater İncelemesi, seçkin bilim insanları ve filozofların doğal dünyanın harikalarını genişletmeleri ve böylece “yaratılışta görüldüğü şekliyle Tanrı’nın gücü, bilgeliği ve iyiliğini” ortaya koymaları için görevlendirildi.
İngiliz din adamı William Paley, “Doğal Teoloji” (Natural Theology- 1802) adlı eserinde tasarım argümanını detaylandırmak için doğa tarihi, fizyoloji ve diğer çağdaş bilgileri kullandı. Paley, bir kişinin ıssız bir çölde bir saat bulması durumunda saatin birçok parçasının birbiriyle uyumunun onu saat ustası tarafından yaratıldığı sonucuna varmaya zorlayacağını ileri sürdü. Paley, aynı zamanda şeffaf göz merceğinin belirgin bir görüntü oluşturmak için kesin mesafeye yerleştirilmiş retinası ve beyne sinyaller ileten büyük siniri ile insan gözünün tasarım açısından ne kadar karmaşık ve mükemmel olduğunu ve bunun da bir yaratıcısı olacağını ileri sürmüştü.
Tasarım argümanı güçlü görünüyordu. Tırmanmak için bir merdiven, kesmek için bir makas ve zamanı söylemek için bir saat yapılır. Onların fonksiyonel tasarımları; bir marangoz, bir demirci ve bir saatçi tarafından yaratıldıkları sonucuna götürür. Benzer şekilde, hayvanların ve bitkilerin belirgin işlevsel tasarımı, bir yaratıcının işini ifade ediyor gibi görünüyor. Canlıların organizasyonu ve işlevsel tasarımına doğal bir açıklama getirmesi Darwin’in dehasıydı. (Tasarım argümanlarına ve 1990’larda dinin yeniden canlanmasına ilişkin ek tartışma için akıllı tasarım ve eleştirmenlerine bakabilirsiniz.)
Darwin, adaptasyonun gerçeklerini kabul etti. Eller kavramak içindir, gözler görmek içindir, akciğerler nefes almak içindir. Ancak bitki ve hayvan çeşitliliğinin, mükemmel ve çeşitli uyarlamalarla bir yaratıcıya veya herhangi bir tasarımcıya başvurulmadan bir doğal seçilim süreciyle açıklanabileceğini gösterdi. Bu başarı, çağdaşlarını evrim gerçeğine ikna eden çok yönlü kanıtlardan daha derin ve kalıcı entelektüel ve kültürel çıkarımlara sahip olduğunu kanıtlayacaktı.
Darwin’in doğal seçilim teorisi Türlerin Kökeni’nde şöyle özetlenmiştir:
Muhtemelen hayatta kalamayacak kadar çok sayıda birey üretildiği için, her durumda ya aynı türler birbiriyle ya farklı türlerin bireyleri ile ya da yaşamın fiziksel koşulları ile bir hayatta kalma mücadelesi olmalıdır. Öyleyse, insan için faydalı varyasyonların kesinlikle meydana geldiğini, büyük ve karmaşık yaşam mücadelesinde her bir canlı için bir şekilde faydalı olan diğer varyasyonların bazen binlerce nesil boyunca meydana gelmesi olasılık dışı olarak düşünülebilir mi? Eğer bu durum böyle ise (hayatta kalabilecek olandan çok daha fazla bireyin doğduğunu hatırlatarak) diğerlerine göre ne kadar küçük olursa olsun herhangi bir avantajı olan bireylerin hayatta kalma ve kendi türlerini üretme şansının en yüksek olacağından şüphe edebilir miyiz? Öte yandan, en az derecede zarar verici herhangi bir varyasyonun kesin bir şekilde yok edileceğinden emin olabiliriz. Elverişli varyasyonların bu şekilde korunması ve zararlı varyasyonların elenmesine “doğal seçilim” diyorum.
Doğal seçilim, Darwin tarafından öncelikle canlıların adaptasyonunu teşvik eden veya sürdüren bir süreç olan uyarlanabilir organizasyonunu açıklamak için önerildi. Zamanla evrimsel değişim ve evrimsel çeşitlilik (türlerin çoğalması) doğrudan doğal seçilimi desteklemez. Fakat farklı ortamlara uyumu teşvik ettiği için genellikle doğal seçilimin yan ürünleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Evrim konusundaki yazı dizimizin ilk bölümünde evrimin bilimsel tanımını; ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerinde evrim teorisinin kanıtları konusunun alt başlıklarını inceledik. Bu bölümde ise evrim teorisindeki ilk görüşler ve Charles Darwin alt başlıklarını inceleyerek evrim teorisinin tarihi konusuna geçiş yaptık. Bir sonraki bölümde evrim teorisinin tarihi konusunun alt başlığı olan modern evrim görüşlerini inceleyeceğiz.