Bir önceki bölümden devam…
Dedektif Domingo (ikinci bölüm), Sfenksi incelediğinde insan-aslan karışımı suratın gövdeye göre çok daha küçük olduğunu fark etmişti. Ayrıca suratın aslana benzer olması ve müzelerdeki Sfenks heykellerinin aslan yelesi içermesi onu zamanında kafanın çok daha büyük olduğuna inandırdı. Domingo araştırması esnasında Sfenksin büyüklüğüne oranla onu 4 noktadan işaretleyerek bölümlere ayırmıştı. Kahire müzesindeki bir Sfenks heykelini kendi ölçümlerine uyarladığı zaman muntazam bir eşleşme keşfetti. Yani Sfenksin gerçekten çok büyük bir kısmı erozyona kurban gitmişti. Bunun en büyük delili heykeller ile bugün çok küçülmüş ve şeklini yitirmiş olan kafaydı.
Sfenks, kendi özünde ölümsüz yaşama açılan bir kapıdır. İnsan suratı insanın bilgeliğini, yarı aslan gövdesi doğanın güçlerini, güneşe bakan konumuyla Güneş Sistemi’nin bilgi havuzuna açılan yolunu temsil eder. Bu üçünün bir araya gelmesi ile Sfenks aslında sonsuz hayatın oluştuğu bir üçlemenin en büyük sembolüdür.
Nil nehrinin tapınaklarından bir tanesi olan ve dünyanın en olağanüstü sırlarından birini ortaya çıkaran Luxor Tapınağı Mısır’ın Sfenksten sonra en gizemli yapılarından bir tanesi. Geometriyi doğada çok iyi okuyabilen Fransız bilim insanı Schwaller de Lubicz, 1937’de Mısır’a gelip bu devasa tapınağı gördüğü anda, aklına o güne kadar kimsenin düşünemediği bir şey geldi. Antik Yunan dünyasının bilimini çok iyi tanıyan Lubicz, Luxor tapınağına baktığı zaman, buranın bir harmoni ve oran içeren düzene sahip olduğunu düşündü. Hipotezini desteklemek için tam 15 sene Mısır’da çalışan Lubicz, ortaya çıkardığı bilgiler ile Yunanlılardan binlerce yıl önce dünyamızda muntazam bir düzen ve oranın var olduğunu kanıtladı.
Lubicz, 15 sene boyunca tapınağın her yapısını ölçtü ve kesin matematiksel oranlara sahip olduğunu anladı. Lubicz, tapınağın bir tüm olarak, insanın anatomisi ile bağdaştığını ve evren ile ilişki kurduğunu ortaya çıkardı. Tapınağın girişinde bulunan Mısırlılara ait devasa heykeller tapınağın aslında ortaya koyduğu anatomik insan görünümüyle aynıydı. Bu yüzden Lubicz buraya “Temple of Man” adını verdi. Lubicz’in büyük keşfi bu tapınağı ve diğer Mısır yapılarını inşa edenler hakkında birçok efsanenin doğmasına yol açtı. Lubicz’e göre, tapınak, “taşlara gömülü bir senfoniydi”.
Sfenks ve duvarı farklı dönemlerde yapıldı
Giza Platosundaki ve Nil nehrinin etrafına dağılmış olan tapınaklarda evrene ve tarihe ait büyük sırlar olduğu aşikârdı. West ve ekibi, Sfenksin yaşını tam olarak belirleyebilmek ve bu sırlardan bir tanesini kesin olarak çözebilmek için Sfenksin restorasyonunda kullanılan taşlara önem verdi. Bunların değerlendirilmesi ile Sfenksin tam olarak ne kadar erozyona uğradığı anlaşılabilecekti. Ancak Sfenks tarih boyunca birçok kez restorasyondan geçmişti.
Schoch, bir değerlendirme yapabilmek için Sfenksin kuyruğunu inceledi. Burada yeni yerleştirilmiş taşlar ile önceki restorasyonlardan kalan taşlar rahatlıkla birbirinden ayırt edilebiliyor. Mısırbilimcilere göre, Sfenks Eski Krallık döneminden beri, yani 4,500 senedir bir restorasyon süreci yaşıyor. Sfenksin restorasyona tabi tutulan bir köşesi incelendiğinde, restorasyon için toplamda yaklaşık 2-3 feet yani, 1 metreye yakın kireç taşı kaplaması yapıldığı görülüyor. Mısır bilimcilere göre en eski restorasyonlar Eski Krallık döneminde, yani Chepren öldükten 300 yıl sonra başladı. Ancak eğer bu doğruysa, Chepren tarafından yapıldığı öne sürülen bu yapı, onun döneminde daha yeni kazılmışken neden tamire ihtiyaç duydu? Öne sürdükleri şey, Sfenksin dış duvarında kullanılan malzemenin kalitesiz olmasından dolayı duvarın 300 senede 1 metre incelmiş olmasıydı. Yani 100 senede 0.3048 metre (1 feet). O zaman hesabını yapalım. Sfenks 4,500 senelik deniyor. Bu da 4,500 feet’lik bir erozyona denk geliyor. Sfenksinde sadece 40 feet geniş olduğunu düşünürsek, bu hesaba göre Sfenksin tümünün 500 sene önce yok olması gerekiyordu.
Bir teori, Sfenksin oluşturulduğu ana kaya parçasının binlerce yıl boyunca maruz kaldığı rüzgârlardan dolayı giderek Sfenks şeklini alması, ardından da Mısırlıların gelip bu şeklini almış koca taş bloğu oyması ve son halini vermesiydi. Ancak Schoch’a göre bu mümkün değil. Sebebi Sfenks ile dış duvarı arasındaki mesafenin çok az oluşu, her iki yapının belirgin kesimlerin doğal sebeplerden kaynaklanamayacağı, en önemlisi ise Sfenks’ten doğal bir şekilde koca taş parçalarının koparak ileride tapınak halini alamayacak olmasıydı. Giza platosunun seviyesi üzerinde kalan Sfenks başı belki doğal süreçte ilk şeklini almış olabilirdi ama gövde için bu geçerli olamazdı.
Mısır bilimciler, Chepren’in zamanından sonra aşırı hasar görmüş olan kireç taşı bloklarının tamir edildiğini, aynı zamanda da şekillendirildiğini öne sürüyorlardı. Ancak bu garip düşünceye Schoch tamamen farklı bir görüş getiriyordu. O Sfenks tapınağında kullanılan taşların Sfenksteki ile tamamen aynı olduğunu ve taşların tapınağı bir araya getirmek için kullanıldığını, elle değiştirilmemiş bir şey olmadığını açıkladı.
Chepren Sfenksi yapmamış, onu tamir etmişti. Aynı zamanda tapınağı da tamir etmek zorunda kalmıştı çünkü her iki yapının da hali çok kötüydü. Bu nasıl mı anlaşıldı? Tapınağın avlusundaki bir taş bloğunda “sonsuza dek yaşa” hiyeroglifleri okunuyor. Buradan yola çıkarak Schoch bu yapının Eski Krallık dönemine kadar uzandığını, tapınağın ise daha önceki bir döneme rastlayabileceğini anlıyor. 20’nci yüzyılın başında tapınağın dış yüzeyinin çekimli fotoğraflarında, Mısırlıların restorasyon için duvarları restore etmeye başladıkları noktaya kadar tıraşladıkları anlaşılıyor. Ancak tamamen düz bir yüzey yapacak kadar tıraşlama yapmıyorlar. Eski taş bloklar yenilerinin hizasına getiriliyor. Bunun yapılmasındaki sebep, tapınağın dış cephesinin de tıpkı Sfenkste olduğu gibi yağmurdan erozyona uğraması ve en çok tepelerdeki taş bloklarının içeri girecek kadar erimesiydi. Mısırlılar bunları kapamak için, alttaki daha dayanıklı ya da yeni blokları keserek eskilerinin hizasına getiriyor ve sonra üstleri yeni taşlarla kaplanıyordu. Ya da yeni taş bloklar eskisinin üzerine oturacak şekilde kesiliyorlardı. Bugün Sfenkste ve tapınaklarda görülen şey de aynen budur.
Mısır bilimcilerin dediğine göre Sfenksin ve dış duvarının aynı dönemde yapılmasının da imkânı yok. Çünkü dış duvar Sfenksin yan cephelerine göre oldukça düzgün ve eğimli olan kısımları da Sfenksten alınmış parçalar. Zaten her biri Sfenksten alınmış parçalardan yapılan duvarın erozyon belirtileri Sfenks ile aynı ve kullanılan taş da Sfenksin ta kendisi.
Şimdi her şeyi baştan alalım: Giza platosu bir çöl haline gelmeden çok önce, yeşil ve verimli bir araziydi. Bu platonun bir köşesinde ise devasa bir taş kütlesi bulunmaktaydı. Dönemin yetenekli heykeltıraşları inşa ettikleri kat kat iskelet yapısı ile bu kayayı baştan aşağı oyarak koca bir kafa haline getirdiler. Ancak bu kafa bir aslan mı, kraliçe mi, yoksa Tanrı mıydı bilinmiyor. Kafaya bir gövde yaratabilmek için, koca taş blokları kafanın bağlı olduğu ve plato seviyesinin altındaki taş bloktan kesilmeye ve etrafında bir duvar oluşturacak şekilde dizilmeye başlandı. Her nasıl olduysa bu taş bloklar taşınarak ve muntazam bir şekilde konumlanarak tapınakları ve Sfenksi oluşturdu. Zaman içinde yağan yağmurlar ve değişen doğa olayları yavaşça buz devrinin sonuna gelindiğine işaret etti.
Edgar Casey’in kehaneti doğru mu?
Sfenksin üzerinde oluşan erozyon belirtileri günümüze kadar geldi. Acaba bu sel olayı İncil’de bahsedilen büyük sel (tufan) olabilir miydi? Yağmurlar sona erdi ve bir zamanların verimli toprakları çöl haline geldi. Sfenks ve tapınaklar çöl fırtınaları içinde kuma gömülen yapılar halini aldılar. Sfenksi boyun kısmına kadar örten kumlar, bu yapının binlerce sene erozyona maruz kalmasını önlediler. Surat ise çokça zarar gördü ve defalarca elden geçirildi. Ancak ilk hali hiçbir zaman bilinemediği için yüzün kime ait olduğu da ortaya çıkarılamadı. Sonra Chepren ortaya çıktı ve Sfenksin ilk kazılarak ortaya çıkarıldığı ve tamirlerinin yapıldığı dönem yaşandı. Zamanla çöl tekrar Sfenksi ve tapınakları kuma gömdü. Binlerce sene sonra rüyasından hareket eden Thutmose 4, tekrar Sfenksi ortaya çıkardı ve restorasyonlar yaptı. Bu döngü 3,500 sene boyunca tekrarlanarak devam etti. Sfenksin burnunu nasıl kaybettiği konusuna gelindiğinde ise bazıları Napolyon’un topçularını sorumlu tuttu. Antik efsanelere göre ise eğer bir heykelin burnunu yok ederseniz, ruhunu da yok etmiş oluyordunuz.
Sfenks’i kim inşa etti?
Bunu bu yapının altında gizli olan bir oda çözebilir mi? 12 feet (3,5 metre) yüksekliğinde ve 9 feet (2,7 metre) eninde, dikdörtgen şeklindeki oda da ne olabilir? Bu odanın doğal yollarla ortaya çıkmış olabilmesi kesinlikle mümkün değil. Kısaca, bu oda insan yapımı olabilir. Bu konuda, Amerika’nın 1940 senelerinde uyku kehanetçisi olarak ün kazanan ismi Edgar Casey, çok ilginç yorumlarda bulunmuştu.
Casey, bir gün derin trans halinde antik Mısır hakkında bilgiler verdi. Verdiği bilgilerde, bir gün Sfenksin ön kısmının altında bir oda bulunacağını söyledi. Odanın içinde de tüm Mısır uygarlığına ilham vermiş olan medeniyete ait bilgiler bulunacaktı. Casey, bu medeniyetin adını “Atlantis” olarak belirtti. Casey, teknoloji bakımından çok ileri bir medeniyet olan Atlantislilerin, medeniyetleri bir facia sonucu okyanusun dibini boyladığı zaman Mısır’a göç eden insanlar olarak anlattı. Bazılarına bu anlatılanlar fantezi gibi gelse de, 50 sene sonra araştırmacılar sismograf yardımı ile Casey’in tam söylediği yerde bahsettiği odayı buldular.
O zaman, Yunanlılar Mısırlılardan ilham aldı. Mısırlılar ise efsanevi Atlantislilerden. Peki Atlantis uygarlığı kimden ilham almıştı? İşte burada, araştırmacı Richard Hoagland ve ekibi merak edilen soruya cevap vermekte gecikmedi: Mars ve Cydonia yapıları. 1976 senesinde Viking 1 ve 2 uzay araçlarının dünyaya gönderdiği 50 bini aşkın resim arasında sıradışı beliren yapılar.
Cydonia yapıları üzerinde yapılan geometrik araştırmalar, bu yapıların tüm evren hakkında şaşırtıcı matematiksel bilgi içerdiğini ortaya koydu. Tıpkı Schwaller de Lubicz’in Luxor tapınağında yaptığı gibi. Yani farklı gezegenlerde olan bu yapılar sadece görsel olarak değil, asıl içerdikleri matematiksel sırlar bakımından inanılmaz bir gizem taşıyorlardı. Peki onları yapan, ya da binlerce senelik geçmiş içinde bir diğer uygarlıktan ilham alarak ve ilk yapıların sırlarını keşfederek diğerlerini inşa edenler kimlerdi? Sadece şurası kesin ki, Güneş Sistemi hakkında halen bizim keşfedemediğimiz bilgilere sahip olan uygarlıklar ya bizimle aynı yıldız sisteminde yaşadı, ya da buraya uğradı ve bu eserleri geride bıraktı.
Apollo 14 görevi ile Ay’a ayak basan üçüncü insan olan astronot Edgar Mitchell, “Eğer Sfenks düşünüldüğünden çok daha eski bir döneme aitse, bu insanlığın oluşumu hakkında yüz binlerce yıllık bir revizyon gerektirir” demiştir (Mitchell’ın çocukluğu, adını 1947’deki ünlü UFO kazasına veren Roswell kasabasında geçmiştir).
Mısırbilimcisi James Romano, her ne kadar West ve Schoch’un çalışmalarına karşı çıksa da sonunda şunu söylemiştir: “Bu yapıları bizim zannettiğimizden çok daha uzun bir süre önce yapmış olan bir uygarlık var olmuş olabilir ve ben inanıyorum ki yüzlerce, hatta binlerce Mısır bilimcisi bu uygarlığa ait bir tek ufak kanıtı bile es geçmiş olabilirler.”
West son sözleri söylüyor: “Giza platosundaki yapılar bence 10, 15 bin yıllık hatta o kadar eskiler ki, bir gün inanamayacağımız kadar eski olduğu kanıtlansa, buna hiç şaşırmam.”
Giza platosu on binlerce sene önce oraya göç eden Atlantislilerin yaratmış olduğunu bir yer miydi? Sahip oldukları inanılmaz teknoloji ve kültür ile kısa sürede bu insanlar Giza platosunun verimli topraklarında tekrar süper bir medeniyet mi yarattılar? Ardından buz devrinin sona ermesiyle tekrar göç etmek mi zorunda kaldılar? Yoksa tüm bunlar güneş sistemimizdeki gezegenlere birileri tarafından yapılan ve güneş sistemi hakkında müthiş matematiksel sırlar içeren işaret, semboller mi? Mars ve dünyamız dışında, güneş sistemimizdeki diğer gezegenlerde de bu tür yapılar var mı?