15’inci yüzyılın başına gelindiğinde insanlık dünyayı Asya, Avrupa, Afrika’nın keşfedilmiş kıyıları ve Hindistan olarak biliyordu. Kendi topraklarında yaşayıp Çin ticareti ile her istediğini karşılayan Avrupa için, Atlantik okyanusunun ötesi diye bir şey yoktu. Avrupalılar oraya gitmek isteyenlerin ya kaynayan sularda yanacağını, ya da okyanus tarafından yutulacağını düşünüyordu. Haritacıların yapabildikleri en iyi şey, bilinen dünyayı olabildiğince iyi bir atmasyonla çizmek, okyanusun ötesi için ise erişilmez olduğunu söylemek ve orayı hayali adalar ile doldurmaktı.
Hıristiyanlar savaşa ve yemek yemeye düşkün tarım ve ticaret insanlarıydı. Sahip oldukları ile yaşayıp gitmek onlar için yeterliydi. Coğrafi keşiflerle dünya haritasını tamamlamak ve onun neye benzediğini, ne içerdiğini görmek, karınları doydukça ve savaşları eksik olmadığı sürece gerekli değildi. Kilisenin cahilliği sömürdüğü neredeyse 1,500 sene boyunca, Haçlılar Avrupa’nın bilimsel gelişimine çok büyük bir engel yarattılar. 391 senesinde yollarına çıkan ve Büyük İskender’in kurduğu, dünyanın dört bir yanından toplanmış binlerce papirüs içeren İskenderiye kitaplığını şehir ile beraber yakıp yıktılar. Yok olan ve dünyayı medeniyetin altın çağına sürükleyebilecek olan eserlerin arasında, M.S 1 ve 2’nci yüzyıldada yaşamış Batlamyus’un dünya haritası da vardı.
391 senesinde dünyanın sahip olduğu tüm bilgileri yakan Hıristiyanlar, onun yuvarlak olduğunu 1406 senesinde öğrenebildiler…
Avrupalılar et yemeğe bayılıyorlardı. Et ise şarap ve baharat olmadan tadı çıkmayan bir yemekti. O dönemde baharat Mısır ve diğer Müslüman ülkelerden getiriliyordu. Bu ticareti elinde bulunduranlar ise iki İtalyan kenti olan Venedik ve Cenova’ydı. Ancak baharata koydukları fiyat o kadar yüksekti ki, baharat para birimi olarak bile kullanılıyordu. Bu fiyata katlanamayanlar ise İstanbul’dan geçen İpek ve Baharat yollarından gelen karavanları beklemek zorundaydılar.
İstanbul’un fethinde surlarda yeniçerilerin darbeleriyle can veren son Bizans İmparatoru Konstantin de, fethin ertesi günü ceset yığınlarının arasında altın kartal işlemeli erguvan rengi pabuçları ile fark edilmiş, tıpkı Henry gibi tipik bir Hıristiyan kralı kılığında İstanbul’u Osmanlılara teslim etmişti…
Henry’nin Ceuta’yı ele geçirmesi, Doğu’nun zenginlikleri karşısında gözlerinin kamaşmasına neden oldu. Şehir doğu dünyasının zenginlikleri ile doluydu. Elde edilenlerin arasında altın, gümüş, Hindistan kumaşları, çuvallar dolusu tarçın, biber, karanfiller ve zencefil bulunuyordu. Müslümanlar Ceuta’ya hemen ticareti kestiler. Ancak Henry, elde edebildiği tüm bilgiyi toplamaya çalışarak, bu zenginliğin geldiği yere, yani Kızıl Deniz’e açılan rotanın yolunu bulma çabasına girişti. Bu rota, Afrika’nın keşfedilmemiş kıyılarından aşağı iniyordu ve kimse nereye çıktığını bilmiyordu. Müslümanların ‘Karanlığın Yeşil Denizi’ dediği yer, Hıristiyanların aynen Atlantik okyanusu için düşündüğü gibi, gidilirse kaynayan suların ve girdapların gemileri yutacağı yerdi.
Dönüm noktasını getiren yelkenli: Caravel
Henry düşüncelere dalmışken, iki genç denizci, John Gonçalves ve Tristan Vaz, ondan iş istediler. Henry böylece iki maceraperesti Afrika kıyısını keşfetmek üzere sefere yolladı. Gonçalves ve Vaz, Bartholomew Perestrelo adındaki arkadaşlarını yanlarına alarak Kanarya Adalarını geçti ve Porto Santo adasını keşfettiler. Ancak Bartholomew’in yanında getirdiği hamile tavşan yüzünden, ada Portekiz’in değil, tavşanların himayesine geçti.
Adayı tavşanlara bırakıp geri dönen Gonçalves ve Vaz, Henry’nin emri ile yeni bir sefere çıkarak bu sefer Madeira Adalarını keşfetti. Bu keşiflerin ardından Henry, Afrika kıyısını birkaç seferde keşfedecek bir gemi tasarımı için zamanın en ünlü coğrafyacısı Master Jaime’i yanına çağırdı. Jaime’nin çalışmaları ile coğrafi keşiflerde çığır açacak olan gemi, yani ‘Caravel’ (karavela) tasarlandı. Sadece 21 metre uzunluğundaki Caravel, 20 kişilik mürettebat taşıyan bir gemiydi. Manevra kabiliyetinin iyi olması ve uzun mesafe gidebilmesi için üç tane, üçgen şeklinde yelken taşıyordu.
Caravel ile 1421–33 arasında Portekizli denizciler Sahra çölünün batısında kalan burun kısmı Cape Bojador’a kadar geliyor, ancak orayı geçemiyorlardı. Orada fırtınaya yakalanan denizciler, karşılarına çıkacaklarını zannettikleri zebaniler, sarı fırtınalar ve kaynayan suların korkusu ile geriye kaçıyorlardı. Ancak Henry çok sabırlı bir adamdı. Denizcilerini yüreklendirerek daha da ileri gitmelerini söyledi. 1434 senesinde büyük gelişme oldu ve Gil Eanes adlı genç bir denizci Cape Bojador’u dönmeyi başardı. Sanılanın aksine ne gemileri alev aldı, ne de kaynayan sular onları yutarak okyanusun dibine çekti. Ertesi senelerde Eanes, Cape Bojador noktasından 240 km daha ilerlemeyi başardı. Diğer yandan, Portekiz halkı halen ipek ve baharat getirmeyen, tam tersine tek derdi Afrika’yı keşfetmek olan Henry’nin harcamalarını gereksiz buluyordu.
Köle ticareti başlıyor1441 senesinde, John Goncalves’in kardeşi Antam, Henry’nin ne bulursan getir emri ile Afrika’dan altın tozu, öküz derileri, devekuşu yumurtası ve 10 tane Afrikalı ile döndü. Devekuşu yumurtası yiyen ilk Avrupalı olan Henry, tadının enfes olduğunu söylemişti. Ancak insanların ilgisi yumurtalarda değil, Afrikalı siyahî kölelerdi. Portekizliler işçi açığını kapatmak için bu yarı çıplak ve dillerini bilmedikleri, alt sınıf kabul edilen insanları çalıştırmaya başladılar.
Bir sonraki seferde 165, bir diğerinde 235 siyahî köle Portekiz’e getirildi. Senelerce süren çabalara rağmen Afrika’nın uç noktası bile keşfedilememişti ama Avrupa aradığı asıl şeyi bulmuştu: Köleler. Kısa zamanda siyahî köleler o kadar çok rağbet görmeye başladı ki, yeni bir ticaret alanı oluştu. Afrika’ya giden gemiler artık mal değil, ağızlarına kadar kadın-çocuk ve erkeklerden oluşan köle grupları taşımaya başladılar. Avrupa’nın keyfine düşkün yaşam tarzı ve açgözlülüğü, kısa zamanda köle ticaretini bir yaşam tarzı haline getirecekti.
1453 senesi, dünyanın yazgısını en çok etkileyen olaya sahne oldu ve sadece ticaret yolları değil, dünyanın ve insanlığın geleceği ebediyen değişti. 23 yaşındaki Sultan Mehmet, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir olaya imza atarak, sadece 54 gün içinde İstanbul’un dev surlarını aşıp eski dünya başkentini ele geçirdi. Avrupa büyük bir şok geçirmişti. Fatih’in İpek ve Baharat yollarını kapaması ile hem en büyük geçim kapıları kapandı ve hem de baharat ticaretinin sonu geldi. Artık son sürat keşifler ile Hindistan’a giden yolu bulmaktan başka çare yoktu.
Kızılderililerin hazin sonuna giden başlangıç
Henry, fethi izleyen 7 yıl boyunca akıl, cesaret ve sabır ile dünya haritasına 3218 km kazandırdı ve 1460 senesinde 66 yaşında öldü. Onun cesaretlendirdiği coğrafi keşifler, yolu tıkanan ticari yolların da kaçınılmaz kıldığı durum ile birleşince son sürat tekrar başladı. Henry’nin ardından gelen Kral Alfonso’nun görevlendirdiği Bartholomew Diaz, Afrika’nın ucunu bulmayı başaracaktı. Ancak ardından gelen isim, Kristof Kolomb, bırakın Hindistan’ı, en çok korkulan yer olan Atlantik okyanusunu geçecek ve Küba’ya çıkacaktı.
Şaşkın Kolomb, okyanusun diğer ucunda rastladığı insanları Hindistanlılar zannettiği için, onlara ‘Indians’, yani Hindistanlılar adını takmıştı. Keşfedildikleri andan itibaren yazgıları ters giden Kızılderililer, Avrupa’nın sonu gelmez açgözlülüğü içinde kısa zamanda katledildiler, tüm zenginlikleri ve vatanları işgal edilirken, dünya üzerindeki belki de en insanı ırk yok edilmiş oldu.
Yaşasın açgözlülük
16’ncı yüzyılın başı ile İpek ve Baharat yolları iyice önemini yitirmeye başlarken, Amerika’dan Avrupa’ya sonu gelmez bir zenginlik akıyor ve Avrupa insanı hızla bu yeni kıtada kurulan kolonilere göç ediyordu. Tabii ki yanlarında Afrikalı köleler eksik olmuyordu. Fatih’in eski dünyaya açılan kapıları kapaması ile Avrupa’nın kölelik ile başlattığı açgözlülük işgallere, yağmalara ve sonu gelmez bir zenginlik hırsına kapılarak yeni dünyaya aktı…
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ardından, sanayi ve tarım kültürleri olarak ikiye bölünmüş bir yapıya bürünmüştü. Tarıma dayalı yaşayan ve 9 milyonluk nüfusu olan Güney’de tam 4 milyon siyahî köle bulunuyordu. Siyahîler, kültür olarak çok zıt ve birbirleriyle geçinemeyen Asiler ve Yankiler arasında çıkan savaşın sonunda sözde özgürlüğe kavuştular. Tam tersine, iyice aşağılanan ve en aşağı işlerde çalıştırılan siyahlar, Amerika’nın sanayileşme ve kapitalizm sürecinde kaynayıp gittiler.
Bugün Afrika’da çocukların işçiliğe başlama yaşı 4. Dünyanın önde gelen birçok şirketi ise 15 yaş altı işçi çalıştırıyor. Dünyanın en zengin firması Apple’ın iş ortağı Foxconn’un da zamanında itiraf ettiği çocuk işçilerin sayısını bilmek ise mümkün değil. Gelinen noktada, neredeyse hepimiz tüketime hizmet ediyoruz.
Ana görsel: British Library/Unsplash