Pazar, Aralık 22, 2024
More

    Mamut DNA’sı fil hücrelerine aktarıldı

    Bilim insanları yıllardır süren mamut klonlama çalışmalarında önemli bir adım attı. Harvard Üniversitesi’nde yapılan çalışmada mamut DNA’sı gelişmiş gen düzenleme yöntemiyle fil DNA’sına aktarıldı. Yıllar sürecek çalışmalar başarı elde ederse, soğuğa dayanıklı ‘mamut-filler’ ortaya çıkacak.

    Fillerin nesli tükenme tehlikesi altındayken, bilim dünyası tüm gücüyle dev yünlü mamutları hayata döndürmeye çalışıyor. Yeni Sibirya Adaları’nda Mayıs 2013’te bulunan 43 bin yıllık mamut fosili, dev canlıların klonlanma şansını artırmıştı. Rus ve Güney Koreli bilim insanları, bir yılı aşkın analizlere tabii tutulan fosilden DNA örnekleri almaya başladıklarını açıkladı. Kemik iliğinden alınan örnekler, 2010 öncesinde köpek ve tilkiyi ilk klonlamayı başaran Güney Koreli Hwang Woo-Suk önderliğinde gerçekleştiriliyor.

    Harvard Üniversitesi’nde yapılan ayrı çalışma ise mamut DNA’sının modern annesi olması beklenen fillerle ilk etkileşimini temsil ediyor. Genetik bilimci George Church ve meslektaşları tarafından yürütülen çalışmada, CRISP adı verilen gen-düzenleme yöntemi kullanılarak mamutlara ait küçük kulaklar, deri altı (subkütanöz) yağ, yün uzunluğu ile rengi temsil eden DNA’yı filin deri hücrelerine nakletti.

    Henüz prosedürü ve beklenen sonuçları bir bilimsel dergide yayımlanmayan araştırma, mamutları dünyaya getirmek için kritik bir adımı temsil etse de onları hemen hayata getirmeyecek.

    Sayısız hayvan yok olma tehlikesi yaşarken mamutlara gösterilen ilginin özel bir sebebi yok. Sibirya’nın donmuş toprağında DNA’sı en iyi korunmuş fosilleri temsil eden mamutlar, bu sayede bilimin bir gün yok olan hayvanları tekrar hayata döndürmeleri için temel araç olabilir.

    Uzun sürecin başlangıcı

    3600 yıl önce sayılarının hızla azalmaya başladığı tahmin edilen, Mammuthus primigenius bin yıl önce tamamen yok oldu. Günümüze ulaşan düşük miktardaki DNA ise bilim insanlarının kararlılığını fazlasıyla güçlendiriyor.

    Mamutların hayata dönebilmesini sağlayacak en önemli unsur ise gelişmiş teknoloji değil, endojen DNA. Fosiller binlerce, hatta milyonlarca yıl geçirdikleri katmanların altında çok sayıda bakteri ve maddenin etkisiyle bozulmaya uğruyor. Günümüze ulaşan DNA’ların büyük kısmı birden fazla bakterinin izlerini taşıyan bir bulamaca dönüşüyor. Endojen DNA ise canlıların bozulmadan kalabilmiş öz genetiğini temsil ediyor. Ancak bir fosilde bulunan endojen DNA oranı, genelde yüzde 5’e bile ulaşmıyor. Bu konudaki tek istisna, 2006’da ulaşılan ilk Denivosan insan fosili.

    İngiltere’nin The Times gazetesine açıklama yapan Church, ‘yapılacak daha çok işlem olduğunu ancak mamutları hayata döndürmek için bir plana da sahip olduklarını’ belirtti.

    Church, mamut DNA’sını fillerin deri hücrelerine eklemenin ‘uzun bir sürecin başlangıcı’ olduğunu belirtti. Bu işlemin ardından, mamutun doğru özelliklerini ortaya çıkarabilmek için hibrit hücrelerin özelleşmiş dokulara dönüştürülmesi gerekiyor. Örnek olarak, mamut genlerinin doğru yün deseni ve rengini ortaya koyabilmesi gerekiyor.

    Mamut DNA'sı fillerin hayatta kalmasını sağlayabilir. [Shutterstock]
    Mamut DNA’sı fillerin hayatta kalmasını sağlayabilir. [Shutterstock]

    Fillerin hayatını kurtarabilir

    Mamutların klonlanması için fillerin anne rolünde kullanılması bilim dünyasında tartışılan ve ağırlıklı olarak etik bulunmayan bir konu. Church ve ekibi, hayvan hakları savunucularıyla çatışmamak için yapay bir rahim kullanmayı planlıyor.

    En son aşamada başarılı olunması halinde, bilim dünyası binlerce yıl yok olan bir canlıyı hayata döndürmenin ötesinde bir başarı elde edecek. Ortaya çıkacak mamut-fil melezi, soğuk iklimlerde hayatta kalabilen yeni bir dev canlı türünü temsil edecek. Böylece, insanlara av olmaktan kurtulamayan filler insanlardan arınmış soğuk iklimlerde hayatta kalma şansı bulabilecek.[quote_box_right]Soğuk iklimlere dayanıklı mamut-filler doğarsa, yeni türün yaşam alanı konusu yeni bir tartışma başlatacak. [/quote_box_right]

    Mamut-filler korunabilirse, bilim insanları mamutları hayata döndürebilmek için melezlerin genomlarına daha fazla mamut DNA’sı aktaracak.

    Başarı oranı bilinmiyor

    Mamutları klonlayabilmek, bilim dünyası için genetik bilimindeki dönüm noktalarından biri olarak görülüyor. Geçmişteki denemelerin ardından koyulan hedefin kolay olmadığını herkes biliyor.

    Bilim insanları 2000 yılında nesli tükenen Pyrenean ibex keçisini üç yıl sonra dondurulmuş dokularını kullanarak hayata döndürmeye çalıştı. Klon, doğumundan yedi dakika sonra öldü.

    [Wikipedia]
    [Wikipedia]
    Bir diğer araştırmada, 100 yıl önce yok olan Tazmanya kaplanının DNA’sı fare embriyosuna aktarıldı ve genlerin halen aktif olduğu görüldü.

    Church ise bir zamanlar Kuzey Amerika’nın göklerini kaplayan ancak 20’inci yüzyılın başlarında yok olan göçmen güvercinleri hayata döndürmek için çaba gösteriyor. Araştırmacılar bugüne kadar 100 yıllık kuş örneklerinden 1 milyar DNA ‘harfi’ çıkarmayı başardı. Elde edilen DNA’nın, kaya güvercinine akarılması planlanıyor.

    Yok olan türler hayata dönmeli mi?

    Yok olan canlıların geride kalana genetik bilgileri bir gün vücut bulmaları için en büyük hazineyi saklıyor. Öte yandan insanların farklı görüşleri ve değişen dünya ‘yeni canlılara’ ne kadar sıcak bir yuva olabilir, ayrı bir tartışma konusu.

    Duke Üniversitesi’nden ekolog Stuart Prim, 2013’te Livescience’a yaptığı açıklamada, ‘yeni canlıların belirmesinin doğal yaşam alanlarındaki düzeni bozacağını’ savundu. Wisconsin-Madison Üniversitesi’nden ekolog Stanley Temple ise dünyaya tekrar gelecek eski türlerin korunabilmesi için yaşam alanı oluşturabileceği görüşünde.

    Sancılı bir döneme tanık olacağı belli olan klonlama, önümüzdeki yıllarda tıp alanında birçok fayda sağlayabilir. Ancak yaşanacak gelişmelerden heyecan duyacak bilim insanlarının birçok olasılığı göz önünde bulundurması gerekiyor.

    Kaçak avcıların uzaya çıkmak dışında gidemediği bir yer yok. Dahası, mamut-fillere yaşam alanı olması ümit edilen Arktik ve Antarktika hızla eriyor. Ormanlarını korumayan insanlığın yeni canlılara nasıl yaşam alanı sunabileceği ise bir diğer büyük soru işareti.

    EN COK OKUNANLAR

    İlgili Makaleler