Milyonların tırnaklarını yediği 8 Kasım gecesi, ABD tarihindeki en ‘inanılmaz’ politik gelişmelerden birine sahne oldu. Seçimin ardından birçok gazetenin attığı başlık, Donald Trump’ın ABD politik tarihinde görülmemiş bir şok etkisi yarattığıydı.
ABD medyası, Florida’nın kaybedilmesinin ardından gelen korku dalgası ile kendine geldi. Henüz oy vermemiş olan Batı Yakası seçmenini son kez dürtebilmek için “Neden Trump’ın seçilmemesi gerektiğine” dair makaleler döşediler hızlıca. Ama çok geç kalmışlardı.
ABD kamuoyunun ve dünyanın çok geç uyandığı tablonun sebebi neydi? Bir göz atalım:
Hillary Clinton’ın kaybetmesine neden olan faktörler:
Dış politikadaki başarısızlık Clinton’ın prestijini sarstı
ABD seçmeni hem hükümet kadrolarını ‘klana’ dönüştürmeye başlayan ve hem de her biri lobi sektörünün himayesinde olan politikacılardan fazlasıyla bunalmıştı. Barack Obama, kamu refahını güçlendirmek için gösterdiği çabayı sempatisiyle birleştiren bir lider olarak kendisinden önceki başkanlara kıyasla çok iyi bir profil çizse de, genel tabloya bakıldığında çözümlenmeyen birçok sorun vardı. Clinton, yıllarca belli sektörlerin tekeline giren dış politika kararlarını sessizce izleyerek etkisiz bir politikacı rolü çizdi.
Obama, her ne kadar ülkedeki en büyük sorunlardan biri olarak görülen silah lobisinin önüne geçebilecek isim olarak görülse de, başkanlığının henüz ilk yıllarında yelkenleri suya indirmişti. Ortadoğu ülkeleriyle 2010 yılında yapılan 123 milyar dolarlık silah satışı anlaşmaları, bugün Yemen’den Libya’ya kadar devam eden iç karışıklıkta rol oynarken, Obama’nın dış politikada silah sanayisine söz geçiremeyeceğinin deliliydi.
Irak ve Afganistan’ın ardından Libya’ya başlayan iç savaşı Suriye takip etti. Anormal askeri harcamalarla artan dış borcu biraz azaltabilmek için NASA bütçesi dâhil olmak üzere diğer alanlardan kesinti yapıldı. Libya’ya uluslararası hukuk ihlal edilerek özel birlikler gönderildi (müttefik ülkelere ait), NATO bombardımanları ile çok sayıda sivil öldü ve radikal İslamcı örgütlere katılım arttı. Suriye nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasını yok eden iç savaşta kimyasal silahların kullanılmaya başlanmasının ardından, Barack Obama Ağustos 2013’te Suriye’ye müdahale kararı aldı. Kararın birkaç hafta sonrasında otomotiv sektörünün merkezi Detroit iflas etti. Operasyon kararı rafa kaldırıldı. Aynı günlerde, Suriyeli muhaliflerin sergilediği vahşetin ayyuka çıkması, ABD kamuoyunda ‘kime yardım ediyoruz’ tartışmasını alevlendirdi.
Clinton, savaş alanına dönen tüm ülkelerde ateşin dinmesi konusunda tamamen sessiz kalırken, başta Suriye ve Ukrayna olmak üzere iç karışıklığın yaşandığı birçok bölgede hâkim güç Rusya oldu. Tüm bu gelişmelerin öncesinde, İran ile yaşanan ve yine Clinton’ın yerine Obama’nın kürsüye çıktığı drone skandalları ABD’nin prestijini fazlasıyla düşürdü.
Clinton, fazlasıyla etkisiz kaldığı Dışişleri Bakanlığı’ndan 2013’te istifa etti ve yıllar sonra Trump ile gireceği Başkanlık seçimi yarışında rakibinin ortaya attığı ‘dayanıklılık’ konusunda büyük bir koz vermiş oldu.
İstifasının ardından yerine geçen John Kerry, en az Clinton kadar başarısız oldu. Rusya, Kırım’ı Ukrayna’nın elinden alarak ABD’yi ters köşe ederken, Suriye’de savaşın gidişatını doğrudan değiştirecek kararlarda ABD’den kesinlikle çekinmedi.
İran’ın Ocak 2016’da Basra Körfezi’nde gözaltına aldığı ABD’li askerlerin ağladığı anları ölümsüzleştirecek bir heykel dikeceğini açıklaması, milliyetçi ABD’lilerin yarasına tuz basan bir diğer gelişmeydi.
ABD’nin küresel güç konumunu riske sokan tüm bu süreçte atılan tek olumlu adım, İran’ın nükleer silah elde etmesine mani olacak bir müzakere yapılmasını sağlamaktı. Arka plana bakılırsa, bu sonuçta bile ABD’den çok İsrail’in düzenlediği suikastlar ile siber saldırılar ve İran’ın Ruhani yönetiminde kurnaz-barışçı bir strateji izlemesi rol oynadı.
Tüm bunlar olup biterken Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan terör saldırıları, İslamofobinin tavan yapmasını sağladı. Nihayetinde, Obama ve Clinton’a seçimlerde büyük destek vermesi beklenen orta yaş ve üstü seçmende büyük soru işaretleri oluştu.
Bingazi skandalı örtbas edilmeye çalışıldı
Hillary Clinton’ın Obama’nın koruyucu kanatları altında yürüttüğü Dışişleri Bakanlığı görevindeki en büyük skandal, şüphesiz 11 Eylül 2012’de yaşanan Bingazi elçiliği saldırısıydı. ABD’nin Libya büyükelçisi J. Christopher Stevens ve ABD Dışişleri Servisi Enformasyon Yönetimi yetkilisi Sean Smith dahil dört ABD’linin öldüğü saldırıda, Clinton’ın büyük bir istihbarat açığına neden olduğu biliniyordu.
Hürriyet Yazarı Tolga Tanış’ın 13 Kasım 2016 tarihinde yayımlanan köşe yazısında verdiği bilgilere göre, Clinton’ın örtbas etmeye çalıştığı istihbarat bilgilerini toplayan dönemin Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı başkanı Mike Flynn, 2014’te görevinden alınmıştı. Flynn, yürüttüğü istihbarat çalışmaları ile o gece Bingazi’de yaşananları başından sonuna dek tespit etmiş, dahası 2012 sonrasında Irak ve Suriye’de yaşanan çöküşü öngörmüştü. Buna rağmen Flynn’in görevden alınması, Clinton’ın Bingazi saldırısında neden olduğu büyük gediğin üzerinin örtülmek istenmesi olarak kabul edilebilir.
Tanış’a göre, Irak ve Afganistan’a yürüttüğü istihbarat operasyonları ile zamanında Pentagon’da efsane olan Flynn, Trump yönetimi altında Ulusal İstihbarat Direktörü (DNI) olacak.
Clinton FBI’a meydan okuyayarak kendi kuyusunu kazdı
Kamuyounun seçmek istedikleri insan hakkında ne kadar kıt görüşlü ve vurdumduymaz kalabildiğine en iyi örneği, Hillary Clinton hakkında yayımlanan Wikileaks belgeleri oluşturabilir.
Clinton, kapalı kapılar ardından aldığı öne sürülen bağışlardan, Libya iç savaşında yapılan hatalara kadar birçok yolsuzluk iddiasını içeren belgelerin ortaya çıkmasının ardından FBI ile kıyasıya bir kavgaya tutuştu. Kaybeden de kendisi oldu.
Clinton’ın karıştığı Wikileaks skandalının en ironik tarafı ise tüm iddiaların bir cinsel taciz suçlaması ile başlaması.
Wikileaks belgelerinin başlangıç noktası, karıştığı cinsel taciz iddialarıyla politik kariyerini mahveden Demokrat vekil Anthony Weiner. FBI, soruşturma kapsamında Weiner’in dizüstü bilgisayarına el koyduğu zaman, Clinton’ın Dışişleri Bakanı olduğu 2009’da kullanmaya başladığı kişisel bir e-posta sunucusu olduğunu fark etti. Federal yetkililer sunucuyu incelemek istediğinde, Clinton ve FBI arasında ortaya çıkan bilgiler eşliğinde büyük bir kavga patlak verdi.
Clinton’ın Dışişleri Bakanlığı’na ait bir sunucuyu kullanarak yaptığı iletişimlerde kendisi, Demokratik Ulusal Komite ve seçim kampanyası menajeri John Podesta ile ilgili bilgiler bulunduğu ortaya çıktı.
Wikileaks kurucusu Julian Assange, bu bilgilerin neler olduğuna Avustralya kökenli ABD’li gazeteci John Pilger’e verdiği 25 dakikalık röportajda kısaca değindi. Assange’a göre Clinton’ın gözlerden uzak tutmak istediği sunucuda Goldman Sachs gibi büyük bankalardan Wall Street’e, istihbarat birimlerinden Dışişleri Bakanlığı’na ve Suudi yetkililere kadar birçok yazışmanın bilgileri yer alıyor.
Assange’ın tüm bunlar hakkında yaptığı yorum ise son derece ilgi çekici. Ona göre ‘Clinton tüm bu oyuncuların yer aldığı mekanizmanın ana çarkını temsil ediyor. Bu mekanizma, bugün (seçimden önce) ABD’de var olan gücü, azı veya çoğuyla ortaya koyuyor.”
Peki, Clinton neden FBI’a tavır koydu? Nedeni, iddiaların başkan seçilememesi halinde (ki öyle oldu) Clinton’ın başını fazlasıyla derde sokabilecek yolsuzluklar olması. Clinton’ın bu aşamada yaptığı hata ise FBI’a gücünün yeteceğine inanmasıydı.
Assange’a göre FBI, “Amerika’nın politik polisi.” Kim olursanız olun ona karşı koyamayacağınız ise 2012’de metres skandalıyla (yine bir seks skandalı) görevinden olan dönemin Afganistan ABD ve Uluslararası Güvenlik Gücü (ISAF) Komutanı David Petraeus’un başına gelenler. ABD’nin en üst düzey komutanlarından biri olan ve kariyeriyle met edilen Petraeus, FBI soruşturması sonucunda birkaç hafta içinde silinip gitmişti.
FBI, Clinton’ın soruşturma ile ilgili iddialara sürekli diş bilemesine öfkelense de seçimler öncesinde olayın üzerine gitmedi. Seçimden bir ya da iki gün önce ‘kesin bir netice olmasa da dosyanın kapanmadığı’ ifade edildi. Seçimin ardından gelecek günlerde ne olacağı ise merak konusu.
Wikileaks: Libya Clinton’ın başkanlık seçimi için ana planıydı
Clinton hakkındaki Wikileaks belgeleri sadece politik yazışmalardan ibaret değil ne yazık ki. Belgelerin çok daha büyük ve önemli kısmı, 2011’de patlak veren Libya iç savaşıyla ilgili.
Assange’a göre, Libya savaşı “Hillary Clinton’ın savaşı” olarak tasarlandı. Clinton tarafından kullanılan sunucudan elde edilen 33,000 e-postanın sadece 1,700’ü doğrudan Libya savaşıyla bağlantılı. Assange, John Pilger röportajında “Clinton, Kaddafi’nin devrilmesi ve Libya hükümetinin değiştirilmesini doğrudan başkanlık yarışında kullanabileceği bir malzeme olarak gördü” ifadesini kullandı.
Hatta, Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan ‘Libya Tick Tock’ adlı belge Clinton için hazırlanmıştı ve Libya devletinin ortadan kaldırılmasını içeren kronolojide Clinton merkeze yerleştirilmişti.
Ancak plan fazlasıyla ters tepti. Doğrulanan verilere göre en az 40,000 insan hayatını kaybetti, IŞİD ve diğer radikal İslamcı örgütler ülkenin dört bir yanından bölge parsellemeye ve sivil halka zulüm etmeye başladı. Bugün, hukuki sistemden eser kalmayan ülkede devlet güçleri uluslararası yardımla IŞİD ve diğer örgütlere karşı çaresiz bir savaş veriyor. Her ay Libya’dan Avrupa’ya ulaşmaya çalışan sayısız mülteci boğularak ölüyor.
Assange, ‘silah akışı’ nedeniyle Libya dışında diğer Afrika ülkelerinde de düzenin hızla bozulduğunu ve mülteci sayısının giderek arttığını söyledi. Tüm bunlara Suriye’deki açmaz da eklenince Clinton çareyi 2013’te istifa edip başkanlık seçimine odaklanmakta buldu…
Clinton’ın firma ve bankalardan aldığı 22 milyon dolar bağış prestijine darbe vurdu
Demokrat seçmenlerin görmezden gelerek kendilerini bile bile tuzağa düşürdüğü bir diğer konu, Clinton’ın sırf konuşma yapmak için bankalardan milyonlarca dolar para almasıydı.
Dışişleri Bakanlığı görevini terk ettikten sonra, Clinton düzenli konuşmalar veren bir isim haline geldi. Bakanlık görevinden sonra bir anda çenesi düşen Clinton’ın nasıl bu kadar aktif hale geldiğine bakıldığında, yine oldukça karanlık bir tablo beliriyor.
AP haber ajansının Nisan 2016’da yayımladığı araştırmaya göre, Clinton’ın o tarihe kadar verdiği onlarca konuşmaya önde gelen bankalar ve özel firmalar sponsorluk yaptı. AP, Clinton’a konuşma başına ortalama 225 bin dolar bağış (ödeme) yapan firmaların sayısının en az 60 olduğunu belirledi. Daha da kötüsü, tüm bu firmalar devlet ihalelerine katılan ve devlet kurumlarıyla ilişkilerini güçlendirmek isteyen firmalardı. Daha daha kötüsü, bu firmalardan 30’u devletten iş koparmayı da başarmıştı.
Clinton, Obama’nın nedendir bilinmez tamamen göz ardı ettiği bağışları ‘kritik konularda’ hiçe sayabileceğini söylemişti. Ancak toplamda 21,6 milyon doları geride bırakan bağışlar o kadar fazla firma ve ticari organizasyondan geliyordu ki, hangi birini geri çevireceğini takip etmek bile zordu.
Clinton iki yılda ceplerini doldururken eleştirileri de net bir şekilde görmezden geldi. Güney Carolina’da yaptığı bir konuşmada, “Bir firmadan para aldığınız zaman kamu sorumluluklarınızı yerine getiremeyeceğiniz düşünülüyor. Ancak bu doğru değil” ifadesini kullandı.
Her ne kadar soğukkanlı olsa da, Clinton için iş işten geçmiş gibiydi. AP araştırması, seçmenin yarısından fazlasının Clinton’ın aldığı bağışlardan rahatsız olduğunu gösteriyordu.
Clinton siber saldırılara karşı önlem alamadı
Hillary Clinton’un Dışişleri Bakanlığı döneminde ABD başta Çin kaynaklı olmak üzere siber cephede hiç olmadığı kadar büyük çaplı saldırılarla karşı karşıya kaldı.
Çin’in devlet memuru gibi çalıştırdığı siber korsan ekipleri özellikle 2010 sonrasında ABD’nin güvenlik bariyerlerini teker teker imha etmeye başladı. ABD’li yetkililere en çok saç baş yoldurtan saldırı, Mayıs 2013’te ABD Savunma Bakanlığı Bilim Savunması Kurulu’nun raporunda ortaya çıktı. Çin, ABD’ye en az 25 yıllık üstünlük sağlayan silah teknolojilerini çalmıştı. Çalınan bilgiler arasında F-35 Müşterek Savaş Uçağı ve F/A-18 savaş jeti projesinden, füze savunma sistemleri, insansız hava uçakları, uydu iletişimi ve elektronik savaş teknolojilerine ait verilerin olduğu belirtildi.
Çin’in 2010’dan itibaren gizli test uçuşlarına başladığı hayalet uçakları J-20 ve J-21’in de ABD’den çalınan bilgilerle üretildiği öne sürülüyordu.
Çin, 2013 sonrasında hız kesmeden saldırılarına devam etti. Kasım 2014’te ABD Posta Servisi’ne, Haziran 2015’te ise ABD Personel Yönetim Ofisi’ne (OPM) düzenlenen saldırılarda, sırasıyla 800 bin ve 4 milyon kişinin bilgilerini çaldı.
Tüm bu saldırılar, buzdağının sadece görünen ucunu temsil ediyordu. ABD siber cephede o kadar çaresiz duruma düştü ki, nihayetinde Başkan Barack Obama, Eylül 2015’te Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile düzenlediği birebir görüşmelerde siber saldırıların durdurulmasını istedi. Clinton, en üst makamdan yapılan ricayla ‘bir süreliğine’ çözülebilen sorun hakkında yıllarca sessiz kaldı.
Clinton kadın seçmenlerin gözünde fazlasıyla etkisiz kaldı
Clinton seçimde kadın seçmenlerden ‘hazır oy’ bekledi. Ancak sonuçlar hiç de beklediği gibi olmadı.
Clinton’ın tahmini, kadınlara karşı kaba, herkes tarafından ırkçı kabul edilen Trump’a karşı hemcinslerinin oylarını silip süpüreceği yönündeydi. Seçim kampanyasını kadınlara odaklamış olsa da yine kritik faktörleri gözden kaçırdı: Y jenerasyonu, Latin Amerika kökenli kadınlar ve eğitim seviyesi düşük beyaz kadınlar.
Seçim kampanyası esnasında kadınlara gösterdiği yaklaşım, geçmişte yaptığı hataların tekrar büyüyerek kendi kuyusunu kazmasına neden oldu. Clinton, geçmişteki söylemlerinde ‘eşi kadar güçlü bir politik figür olmadığını’ söylemişti. Bu sözüyle bağdaşan Obama benzeri sempatik duruşu, kadınların beklediği koruyucu-ciddi bir liderden nine pozisyonuna düşmesine neden oldu.
Clinton, ana gıdası popüler kültür olan Y kuşağına erişemedi, güvence bekleyen Latin Amerikalı kadınları yeterince tatmin edemedi ve FBI soruşturmaları döneminde eğitim seviyesi düşük beyaz kadınların Trump’a kaymasına neden oldu.
Clinton, Obama’nın 2012’de yüzde 76 destek aldığı Latin Amerikalı kadınlardan yüzde 68 oy alabildi. Özellikle savunduğu etnik çeşitlilik yapısı en ağır darbeyi burada aldı. Trump ise 2012’de Cumhuriyetçi başkan adayı Mitt Romney’e oranla eğitim seviyesi düşük beyaz kadınlardan 8 fazla puan toplamayı başardı.
Clinton’ın zatürreeye yakalanması güçlü duruşuna zarar verdi
Clinton’ın Trump ile girdiği kapışmalarda en büyük koz verdiği konulardan biri ‘dayanıklılık’ olmuştu. Bu konuda yaptığı hata, kişisel kararlarında ne kadar yanlış adımlar atabileceğine en büyük örneği oluşturdu.
Eylül ayında Clinton’ın seçim kampanyasına devam edebilmek adına aylardır rahatsız olduğunu ekibinden ve yakınlarından sakladığı ortaya çıktı. Ancak 11 Eylül saldırılarının yıldönümünde düzenlenen anma töreninden aniden ayrılması, üzerini örtmeye çalıştığı durumu ele verdi.
Anma töreninin ardından Clinton’ın zatürree olduğu ve doktorunun beş gün dinlenmesi gerektiğini söylemesine rağmen buna uymadığı ortaya çıktı. Clinton, hastalığının ileri derecede olmadığını ve kendisini yer yer halsiz hissetse de dinlendiğinde kendini toparladığını söyledi. Ancak yine kritik bir konuda geç kalmıştı.
26 Eylül’de yapılan başkanlık tartışmasında Trump, doğrudan bu açığını Clinton’ın yüzüne vurarak onun ‘başkanlara yaraşan bir duruşu olamayacağını’ söyledi. Clinton’ın rakibini küçük gören gülümsemesi bu eleştiriyi dengeleyemedi.
Gazetecilik sektörü dibe vururken alternatif medya zafer kazandı
ABD seçimlerinin sonucunda en büyük etkenlerden biri, çizgisini kaybeden gazetecilik oldu.
Seçim kampanyasının başından itibaren Clinton’ı savunan birçoğu saygın ve prestijli basın organı, gazetecilik prensiplerini bir kenara bırakarak Trump’ı aşağılamaya ve kötü yönlerini herkesin gözüne sokmaya yönelirken, Clinton’ın kuyusunu kazdıklarının farkında değildi. Aylar boyunca Trump hakkında çıkan haberler seçmene ‘neden seçilmemesi gerektiği’ hakkında bilgi vermekten tamamen uzak kaldı. Tam tersine her türlü aşağılama ile Trump’ı yerden yere vurdular. Görünüşünden ağzından çıkan her söze kadar hareket sınırlarını aşan makaleler yayımladılar. Seçim sonucundan emin olan son derece kibirli yaklaşımın bir o kadar küstahlık boyutuna varması, Trump taraftarlarını öfkeden çıldırttı.
Trump, destekçilerinin gözünde mazlum milyarder görüntüsüne bürünerek yüceldi. Trump’a yakın olan ancak halen ‘neden ona oy vermeliyim’ düşüncesindeki kitlelerin aklındaki soru işaretleri öfkeyle yok edildi. Dahası, Trump iki isim arasında orta yaş ve üzeri seçmenlerden bile destek almaya başladı.
Ana akım medya her ne kadar belirleyici güç olduğunu zannetse de, özellikle Facebook’ta son yıllarda giderek güçlenen alternatif medya, Cumhuriyetçi seçmenin bilinçlenmesi ve kararını vermesinde çok büyük rol oynadı. Yıllarca ana akım medyada yer almayan yolsuzluk iddiaları, savaş bilgileri, lobi sektörü içinde dönen paralar ve Demokrat Parti hükümetinin yetersiz kaldığı noktalar her gün seçmenlere servis edildi. Sosyal medyanın ulaştığı gücü çok iyi kullanan Cumhuriyetçi Parti destekçisi alternatif medya kanalları, Facebook ve Reddit gibi en büyük portallar üzerinden yüz binlerce insana ulaştı. Kısaca, göz önünde olmayan bilgi, vitrine konan bilgiyi alaşağı etti.
Trump’ın seçimden sonra ‘sosyal medya sayesinde kazandım’ demesi ve Google ile Facebook’un etekleri tutuşmuş halde sahte sayfaları bloke edeceklerini açıklaması, dengelerin nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor. Facebook’un sözünü ettiği sahte sayfalar, alternatif medyanın ‘gerilla taktiği’ olarak da görülebilir. Seçmenin aklını yönlendirmeyi amaçlayan bu tarz sayısız kaynak bu saatten sonra kapatılsa da, Clinton için acı gerçek değişmeyecek.
Bu noktada ABD’li gazetecilik profesörü Jeff Jarvis’in seçim sonrasında attığı tweet’i bir köşeye not etmek gerekiyor:
“Korkarım gazetecilik telafi edilemez biçimde bozuldu, başarısızlığa uğradı. Mesleğim, insanları seçtikleri faşist hakkında uyarmayı başaramadı.”
I fear that journalism is irredeemably broken, a failure, My profession failed to inform the public about the fascist they are electing.
— Jeff Jarvis (@jeffjarvis) November 9, 2016
Toplumdaki bölünmüşlük seçmeni yönlendirdi
Seçimlerin yapıldığı dönem itibariyle toplam nüfusun sadece yüzde 43’ünü temsil eden beyaz Amerikalılar, kaybetmeleri halinde bir daha Cumhuriyetçi başkan göremeyeceklerinden neredeyse emindi. ABD toplumuna egemen olan tablo ise beklentilerinin gerçek olmasına yardım etti.
Eğlence sektörünün önderliğinde ABD toplumu genelinde lanse edilen fazlasıyla evrenselci görüntü, gerçek hayata bakıldığında doğru olmaktan çok uzaktı. Halinden fazlasıyla memnun olan ünlüler ve dizi sektöründe temsil edilen gülpembe tablolar, geçim sıkıntısı ile iyice gerilen milliyetçi ABD’lileri daha da sinirlendiriyordu.
Yaşanan silahlı saldırıların birçoğunun tamamen etnik sebeplere dayanması, söndürülmeyen bir yangını gözler önüne serse de, sürekli olarak toplumdaki bölünmüşlük eğlence ve medyanın vurdumduymazlığı ile bastırıldı. ABD’yi dışarıdan gözlemleyen birinin rahatlıkla görebileceği bu tablo, yükselen İslamofobi ile daha da kendini göstermeye başladı.
Florida’da Müslüman karşıtı görüş, silahlanma oranı ile doğru orantılı olarak artarken, ırkçı beyazlar tarafından düzenlenen silahlı saldırılar üstü örtülmek istenen sorunun geri dönülmesi zor bir çizgiyi aştığını gösteriyordu. Bu kadar hassas bir konu üzerine dikkatle eğilmek yerine tamamen evrensel görüş açısı ile sorunların kaynağını görmezden gelmek, aşırı milliyetçi ABD’lileri iyice kızdırdı.
Charleston kentinde yaşanan katliamın ardından konfederasyonun en sembolik eyaletlerinden biri olan Güney Carolina’daki Kongre Binası’ndan konfederasyon bayrağının indirilmesi, aşırı milliyetçi kesimin sessiz öfkesini iyice artırdı.
Trump, Obama döneminde fazlasıyla huzursuz olan Cumhuriyetçiler için kesinlikle en son çıkış noktasıydı. Seçime giden süreçte evrenselliği ve eşitliği TV dizilerine ve şımarık ünlülere malzeme yapmaktan vazgeçmeyen yaklaşım, yaklaşan fırtınayı da göremedi.
Clinton, seçimi kaybetmesinin ertesi sabahı yaptığı ilk konuşmada çok önemli ve doğru bir söz söyledi: “Toplumun hiç olmadığı kadar bölünmüş olduğunu gördük.”
Evet, ancak bunu fark etmesi için başkanlık seçimini kaybetmesi gerekti.
Donald Trump’ın kazanmasını sağlayan faktörler:
Küresellik ve popüler kültür Trump’ın ana silahlarına dönüştü
21’inci yüzyılın toplum dinamiklerini doğrudan etkileyen iki faktör, ABD’de seçimlerini de yönlendiren güç oldu. Bir tanesi karamsarlığı ve kimlik kaybı korkusunu tetiklerken, diğeri bastırıldığını hisseden kitlelerin iletişimini güçlendirmesinde ve ana akım medyadan farklı kanallara ulaşmalarında büyük rol oynadı.
Devletlerin ekonomik alanda girdikleri mücadelede toplum çıkarlarını ikinci plana atmaları, finansal sistemi korumak için çalışan nüfusu görmezden gelmeleri, küresel çıkarlar adına savaşlara trilyonlarca dolar akıtmaları ve tüm bunları yaparken endişeli kitleleri medya ve eğlence gibi kapitalist mekanizmalarla bastırmaları, özellikle işçi sınıfları üzerinde çok büyük bir bastırılma ve kimlik kaybı korkusu oluşturdu.
Demokratların fazlasıyla iyimserliğe dayalı evrenselci yaklaşımı, endişeli nüfusun sorunlarını çözmek konusunda en ufak bir fayda sağlamadı. Gerçeklerden tamamen uzaklaşan eğlence dünyası ile yatırım firmalarının yönlendirdiği teknoloji sektörü, eğitim ve gelir seviyesi yüksek insanlara hitap ederken, dışlandığını düşünen nüfusa erişemiyordu. Her taraftan fırlayan ve birçoğu sahte başarı hikâyesi, hayatta kalma ve başarılı olma güdülerini insanlarda saplantı haline getirerek özellikle genç nüfusun psikolojisini zorlayan bir baskı doğurdu. Medyanın ve eğlence sektörünün ana girdisine dönüşmeye başlayan insanlar, ABD toplumu için fazlasıyla içi doldurulmuş bir yapmacıklığı temsil ediyordu.
Popüler kültür, küreselliğin getirdiği sorunlar sürekli artarken mutluluğu ile reklam yapmaya devam eden insanları izlemekten bıkanların söz sahibi olmasını sağladı. Cumhuriyetçi kesim, Obama’nın başkanlığı süresince saygın medyayı bir kenara koyarak sosyal medyada çok güçlü bir örgütlenme kurdu. Alternatif medya ciddi anlamda güçlendi, kendi kanallarını oluşturan bireysel araştırmacı ve gazeteciler insanların görmediği haberleri yayarak bakış açılarını değiştirmeye, sorgulama yetisini güçlendirmeye başladı.
Bu süreçte art niyetli yayınlar nedeniyle sahte haber çılgınlığını da kontrolden çıkmaya başladı. Ancak sadece seçim sonrasında bu konuda bir şeyler yapmaya zahmet eden teknoloji devleri sahte haberlerin önüne geçmedi. Facebook ve Google Haberler, Cumhuriyetçilerin bubi tuzaklarıyla dolarken, Reddit’te on binlerin takip ettiği gruplar her gün Clinton karşıtı içerikler paylaştı. Oculus kurucusu Palmer Luckey’in bu gruplardan birine finansal destek verdiğini açıklaması, sosyal medyada gözden kaçan yapılanmanın boyutu hakkında sadece ufak bir örnek.
Tüm bunların yanında, zaten bir TV yıldızı olan Trump ABD halkının gözünde çoktan yer edinmişti. Girişimciliğe gönül veren gençlerden, bir gün onun inşa ettiği konutlarda oturmak isteyen emeklilere kadar milyonlarca ABD’li politikacılardan tamamen farklı, renkli ve fazlasıyla içerik olmaya hazır birini izledi. Clinton ne kadar sıkıcıysa, Trump iyi veya kötü her yönüyle kendini ABD gündemine entegre etti. Popüler kültürün ana malzemelerinden biri de oydu ve bunu çok iyi kullandı. TV’de temellerini attığı popülarite, sosyal medyada iyice arttı ve farklılık isteyen herkesin tek tercihi olarak belirdi.
Trump’ın ekonomi vurgusu geçmişteki adayları gölgede bıraktı
Seçmenlerin karar mekanizmasında ekonominin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu ve Trump’ın bu konuda nasıl bir avantaj sağladığını belirtmeye gerek yok. Trump, güçlü bir ekonomi isteyen kitleler önünde kurtarıcı gibi belirdiği gibi, başkanlık tartışmalarında yaptığı açıklamalarla bu duruşunu sağlamlaştırdı.
ABD seçimlerinin geçmişine bakıldığında, ekonominin seçimlerde ne kadar belirleyici olduğu kolayca anlaşılabilir. Ronald Reagan, 1980 seçiminden aylar önce işini kaybeden 1.3 milyon özel sektör çalışanına güven vererek Jimmy Carter’ı alt etmişti. 1992’de ise George H. W. Bush, geride kalan aylarda işinden olan 1.7 milyon özel sektör çalışanı sayesinde başkanlığı kaptırmıştı.
Trump için başkanlık tartışmalarında öne süreceği kozlar yıllar öncesinden hazırlanmıştı bile. Finansal hizmetler devi Lehman Btorhers’ın 2008’deki iflasının ardından hükümet trilyonlarca dolar akıtarak depresyona girilmesini önledi. AIG, Citigroup, Bank of America gibi devler, yüzlerce milyar dolarlık destekle ayakta kalabildi. Özel sektörde işinden olan insan sayısı ise 8.8 milyondu.
ABD’de 1983-2007 yılları arasında ipotek oranları beş misline çıktı. Bugün Silikon Vadisi’nde bile yıllık 200 bin dolar maaş alan mühendisler arasında karavanlarda yaşayanlar olduğunu biliyoruz.
Lehman Brothers iflası 2008’deki seçim döneminde yaşanmış olsa da, Cumhuriyetçi aday John McCain seçmenin endişesini azaltacak hiçbir açıklama yapamadı. Ağzından çıkan tek söz, “Amerikan işçisinin iyi niyetine ve gücüne inandığını” oldu.
Aynı şekilde 2012’de Cumhuriyetçi Parti adayı olan Mitt Romney, seçmenin bankaları kurtarmak için harcanan yüz milyarca dolara olan öfkesine cevap veremedi. Hatta, finansal sistemin iyiliği için mevcut sistemin korunması gerektiğini savundu.
2016 seçimine bakıldığında Clinton’ın ekonomi adına ne dediğini eminim birçok kişi bilmiyor bile. Trump ise güler yüzlü rakibinin aksine çok net mesajlar verdi. Agresif istihdam politikasına rağmen aldığı ücretten memnun olmayan milyonlara güven verdi, lobi sektörünün yediği paraları hedefine aldı ve Bill Clinton’ın imzaladığı NAFTA (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması) anlaşmasını iptal edeceğini söyleyerek Hillary Clinton’ın karnına yumruğu geçirdi.
Radikal kararlar bekleyen seçmen bu tavırla Trump’a kayarken, Çin’e mesafeli Rusya’ya ise işbirlikçi yaklaşımı hem iç hem de dış politikada seçmenin istediği bir duruşu ortaya koydu.
Trump şov yaparken, Clinton’ın Goldman Sachs, Deutsche Bank, UBS, Bank of America ve Morgan Stanley gibi banka ve finansal kurumlardan aldığı 4,1 milyon dolar bağış konuşuluyordu.
Cinsel taciz baskısı ters tepti
Seçimlerde kadınların büyük desteğini almasını beklenen Clinton, bu konuda bir kozunu da Trump’a yönelik cinsel taciz suçlamalarıyla kullanmak istedi. Kendisi doğrudan bir açıklama yapmasa da, tamamen arkasına aldığı medya seçime ilerleyen günlerde birçok taciz iddiasını gündeme getirdi. Seçime sadece haftalar kala, Trump’ın tacizine uğradığını öne süren kadın sayısı 19’u bulmuştu. İddialar 1980 ve 90’lı yıllardan 2010’a kadar uzanıyordu.
‘Clinton medyasının’ başından beri yapmaya çalıştığı, Trump’ın ahlaksız ve kadınları hor gören yüzünü ortaya çıkarmaktı. Trump, tek bir hamleyle tüm suçlamaları silkelediği gibi Clinton’ı sözlerinin altında bırakmayı başardı.
Tek yaptığı, Hillary Clinton’ın eşi ve ABD eski başkanlarından Bill Clinton’ın karıştığı Monica Lewinsky skandalını hatırlatmak oldu. Trump bu hareketiyle milyoner işadamı kimliğini suçlamalardan uzaklaştırıp güçlendirirken, halkın sevdiği politikacı figürünü benimsemeye çalışan Clinton’ları susturdu.
Trump lobi sektörünü hedef alarak yolsuzluğa gözdağı verdi
Trump’ın seçmen gözündeki en büyük avantajı, politika dışından gelen bir isim olmasıydı. Bu haliyle yüzyıllardır insanları kandıran politikacıların ettiği sözlere nazaran, ağzından çıkanlar çok daha anlamlı ve vurgulu olarak seçmenin kulağına girdi.
Sözde ‘akılsız’ Trump, Clinton medyası kendisini aşağılamakla meşgulken yine doğrudan seçmeni vuran bir hamleyi 17 Ekim’de Green Bay, Wisconsin’deki konuşmasında yaptı. ABD’deki yolsuzluk mekanizmasının en büyük çarklarından biri olarak kabul edilen lobi sektörüne karşı hiç çekinmeden tavır koyan Trump, seçilmesi halinde ‘devletteki üst düzey makam sahibi kişiler ve milletvekillerinin görevlerinden ayrıldıktan sonraki 5 yılda lobi yapamayacaklarını’ söyledi.
Kısaca, hükümet ile doğrudan bağı olan insanlar politik görevleri sona erdikten sonra tamamen manipülasyon ile döndürülen lobi sektöründen para kazanamayacaktı. Böylece politik kararların alınma sürecinde yakın bağlantıların rol oynadığı, hediye ve ‘bağışlarla’ dönen bir mekanizma filtreden geçirilecekti.
Trump, Clinton’ın asla yapamayacağı bir hamleyi onunla çıktığı 3 başkanlık tartışması sürecinde yaparak sözlerinin etkisini artırdı. Alternatif medyanın yolsuzluklarını sosyal medyada gözler önüne serdiği ilaç, gıda, savunma, otomotiv vb. sektörlerin nüfuzunu azaltacak hamle, Trump’a olan desteği artırırken kararsız seçmeni de etkiledi.
Trump, lobiyi hedef alarak Obama’nın yapamadığını da yapacağını söyledi. Yani, Demokrat Parti’nin zaten ağır eleştiri aldığı bir konuda rakiplerine karşı çok iyi bir koz daha kullandı. Lobiye karşı duruşu, seçmenin gözünde hiçbir şüpheyle karşılaşmadı. Çünkü özel uçağının değeri bile 100 milyon dolar olan Trump, politikacılar gibi cebine para koyularak satın alınabilecek biri değil.
Trump, Suriye politikasında dikkat çeken yaklaşım sergiledi
ABD’nin Obama-Clinton işbirliği sürecinde dış politikada ne kadar başarısız bir tablo çizdiğine değinmiştik. Şüphesiz ABD kamuoyunda en çok tepki toplayan başarısızlık Suriye’deki savaşın engellenememesiydi. ABD, her gün çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği iç savaşı durdurmak için birkaç günlük ateşkeslerde söz edinmenin ötesine gidemezken, Rusya’nın bu konudaki liderliğini sessiz sedasız kabul etti.
Trump, ABD dış borcunun 16 trilyon doları aşmasına neden olan savaşların neden olduğu ekonomik çöküntünün en aza indirilmesi için radikal bir karar alarak, ekonomik alandaki nüfuzunu daha da yukarılara taşıdı. Rusya’nın iç savaşın gidişatını değiştiren rolünü benimseyerek, daha fazla çatışma çıkarmak yerine işbirliği teklif etti ve ‘neden Rusya ile birlikte IŞİD’e karşı savaşmıyoruz’ diyerek sırf boş gurur adına sergilenen politik hoşgörüsüzlüğü elinin tersiyle etti.
Bu davranışı, Çin ile kaçınılmaz bir mücadele içindeki ABD’nin Rusya’yı yanına çekerek dış politikada bir anda çok güçlü bir müttefik kazanmasını sağlayabileceği gibi Suriye’deki kayıpların önlenmesinde de etkili olabilir. Seçmen gözünde bir taşla iki kuş vuran Trump, sözlerini eyleme geçirirse politikacı kimliğiyle de iyi bir başlangıç yapabilir.
Trump, sosyal medya kampanyası boyunca Hillary Clinton’ı ‘ABD tarihinin en berbat Dışişleri Bakanı’ olarak hedef almaktan da geri kalmadı.
Kibir mantığın körelmesine neden oldu
Clinton’ın şahsen en büyük hatası, seçmenin geneline ve medyaya hakim olan genel görüşü yıkmaması oldu. Başkanlık seçimi kampanyasının daha başında ‘kazanan’ ilan edildi ve o bu görüşü eleştirerek gerçekçi bir kampanya yürütmek yerine arkasına aldı.
Birkaç milyon oy üstünlüğü elde edeceğine kesin gözüyle bakarak kampanyasını yürütmesi, seçimin gidişatını da ciddi ölçüde değiştirdi. Arka planda Trump nokta atışı hamleler yaparken, Clinton sempatisi ile Obama’nın kopyası bir kampanya yürütmeyi tercih etti. Ancak bunu yaparken geride bıraktığı başarısız politik kariyerin neden olduğu yaraları kapatmayı düşünmedi.
Clinton’ın kendinden fazla emin duruşu, Dışişleri Bakanlığı dönemindeki gibi sürekli Obama’nın kanatları altına saklanması ve eleştirileri görmezden gelmesi, güçlü bir duruştan ziyade kibrini ortaya çıkardı. Sergilediği duruş, kesinlikle yeterli değildi ve sempatisi Trump’ın güçlü ve kendinden emin işadamı kılığı altında ezildi. Clinton’ın sıkıcı görüntüsüne karşılık, Trump’ın alay konusu olan fönlü saçları ve tuhaf mimikleri bile daha karizmatik göründü.
Ekonomik sıkıntılar aşılamadı
Televizyonlarda ABD’nin Doğu ve Batı Yakası’ndaki kentlerde süren üst düzey yaşamı görmeye alışık olsak da, ülke genelinde refah düzeyi özellikle işçi sınıfı için hiç de iyi değildi. Obama, milyonların yemek kuponlarıyla geçindiği ülkesinde en büyük hamlelerden birini Obamacare sağlık sigortasını hayata geçirerek yaptı ve 22 milyon insana güvence verdi.
İstihdam alanında yapılan agresif çalışmalar sayesinde işsizlik oranı Haziran 2016’da yüzde 4.9’a kadar düştü. Ancak kazanca bakıldığında, çalışan ABD’lilerin birçoğunun hayatından memnun olduğu söylenemez.
Bugün gelinen noktada ABD nüfusunun yüzde 15’i (48,6 milyon) asgari ücretin altında kalan kazançla hayatta kalmaya çalışıyor. Ülkedeki evsiz sayısı ise 30 milyon ki, büyük çoğunluğu sıcak iklim olması sebebiyle Hillary Clinton’ın yüzde 58 oy aldığı California’da yaşıyor.
Genel olarak sadece işçi sınıfının değil, yüksek gelirli ve eğitimli beyazların da büyük desteğini alan Trump, birçok kesimden gelen seçmen için ekonomik gücün temsilcisi olarak kabul edilmekte zorlandı diyemeyiz.
Silah şiddeti seçmeni bunalttı
ABD’nin tarihindeki en iyi başkanı olacağı beklentisiyle koltuğa geçen Obama’nın başını en çok ağrıtan hususlardan biri, şüphesiz silah şiddeti oldu. 21’inci yüzyılın henüz ilk 15 yılında 400 binden fazla ABD’li silah şiddetinden hayatını kaybederken, Obama neredeyse her ay yaşanan katliamlar nedeniyle büyük yara aldı.
Ocak 2011’de Demokrat Partili Gabriel Girffords’ın bir kamu etkinliğinde başından vurularak ölümden dönmesi, silah lobisinin arka planda sırıttığı tabloda en ironik olaylardan biriydi. Griffords, Demokrat Partili olmasına rağmen bireysel silahlanmayı savunan bir isimdi.
Obama’nın sürekli söz vermesine rağmen sürekli yeni bir silahlı saldırı yaşanması, başkanlığının ikinci döneminde kendisine olan inancın azalmasına ve sembolik duruşunun zedelenmesine neden oldu. Obama’nın zayıf rakibi Mitt Romney’e karşı kazandığı ikinci seçimin ardından gelen üç yıl içinde, 994 silahlı saldırı düzenlendi. 2001-2015 yılları arasında her yıl silah şiddetinden ölen insan sayısı ortalama 11,385’e yükseldi.
324 milyon nüfuslu ABD’de bugün 300 milyon silah olduğu tahmin ediliyor. The Walking Dead gibi hit diziler ve sayıları hızla artan aksiyon filmlerinde silah kullanımı tavan yaparken, şiddet ekranların ana öğelerinden biri oldu.
Hanedanlık görüntüsü ABD seçmenini itti
ABD hükümetinde 1980’lerden bu yana oluşmaya başlayan nesiller boyu yöneticilik görüntüsü, bu tür bir yapıya sıcak bakmayan Amerikan kültüründe zamanla rahatsızlık uyandırmaya başladı.
1981-89 yılları arasında ABD Başkan Yardımcılığı yapan George H.W Bush, ardından gelen dört yılda ABD Başkanlığı görevini yürüttü. Oğlu George W. Bush, 2000-2008 yılları arasında ABD Başkanı oldu. Öncesinde, Bill Clinton 1993-2000 yıllarında ABD Başkanlığı yaptı.
Tablo böyleyken, en son seçimlerde en güçlü başkanlık adayı olarak Hillary Clinton belirdi. Yani eşi 8 sene ABD Başkanlığı yapan, kendisi de 4 sene Dışişleri Bakanlığı yürüten kişi. Clinton’ın muhtemelen bir 8 yıl da ABD Başkanı olabileceği düşüncesi, sadece Cumhuriyetçi değil muhtemelen kararsız birçok seçmeni de itti. Çünkü sadece başkanlık koltuğu değil, hükümette üst düzey koltuklar fazlasıyla aile fertleri arasında yer değiştirmeye başlamıştı.
Milyarder işadamı figürüyle yumurtadan çıkmış gibi sahneye giren Trump, sıkıcı politik ‘klanlardan’ bıkan seçmene ilaç gibi geldi.
Wisconsin ve Michigan sonuçları analistlerin ne kadar kör olduğunu kanıtladı
Seçim öncesinde Clinton’ın galip ilan edilmesi, seçmenlerin yanı sıra onları yönlendirmesi gereken medya ve düşünce kuruluşları üzerinde de büyük bir rol oynadı. Öyle ki, seçim sonucu ortaya çıkan oy haritası Clinton zaferi bekleyenlerin çenesini sarkıttı.
Seçimde birçok kişinin öngörüsü güney eyaletlerinin birçoğunun Trump’a oy vereceği, tatil cenneti Florida’nın tabii ki Demokrat kalacağı ve Doğu Yakası ile orta eyaletleri bağlayan kritik bölgenin mavi olacağı yönündeydi. Ancak öyle olmadı.
Analist Nate Silver’a göre Trump’ın Michigan’da kazanma şansı yüzde 21.1; Wisconsin’deki şansı ise sadece yüzde 16.5’tu. Bu iki eyalete kıyasla Las Vegas’ın başkent olduğu Nevada’da Trump’a yüzde 41.7 şans tanıdı. Trump, Ekim ayında gittiği Wisconsin’i cebine koyarken, Michigan’ı da Demokratların elinden çaldı (eyaletteki oy sayımı Kasım sonucu kesinleşecek olsa da Trump öndeydi). Nevada ise seçimin son saatlerinde Clinton’a kayarak Demokratlar’a biraz ümit vermişti.
Seçim kampanyasının dikkat çekici noktalarından biri, Clinton’ın zaten keklik olduğunu düşündüğü ve rahatsızlığı nedeniyle ziyaret etmediği Michigan’a Trump’ın seçimden bir gün önce gitmesiydi. Miting, resmen işçi sınıfının akınına uğradı. Trump, bazı analistlerin gereksiz bir hamle olarak gördüğü miting ile önemli bir eyaleti kazandı ve güney ile orta eyaletleri eline geçirerek Demokrat oylarını ikiye böldü. Trump’ın Michigan’ı sadece 13 bin oy farkla kazanarak 16 delege oyunu kaptığına dikkat çekelim.
Seçim sonucunu gösteren harita, ironik olarak Clinton’ın bahsettiği bölünmüşlüğün bir diğer göstergesi olarak kabul edilebilir.
Sonuç
ABD seçimleri, birçoğumuz için geçerli olan önemli bir ders niteliğinde aslında.
Trump, insanların sevmedikleri kişilerle barındırdıkları ortak özellikleri fark etmeleri adına çok başarılı bir örnek olabilir. Onu egosu, kibirliliği, ukalalığı ve cahilliğiyle eleştirenler, seçimi de bu yüzden kaybettiklerinin farkında mı?
Son olarak, Trump’a nükleer silahların verilmesi konusunda dalga geçenler, bugün İncirlik Hava Üssü’nde kaç tane hidrojen bombası olduğun biliyor mu? Ve bu bombaları nakledecek uçakların üste bulunmadığını? Bu kararı kimler, ne için verdi, hiç sorgulayan oldu mu?